26 Eylül 2009 Cumartesi

Samiyetsizlik ve riya, gerçekleri örter!

Sayın Ekrem DUMANLI

Zaman Gazetesi Yazarı

İstanbul 27 Eylül 2009
Sayın DUMANLI;

26 Eylül 2009 tarihli ve “Dinî kaynaklar, sinemaya ilham olabilir mi?” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın giriş bölümümde;
“Sinema, dinî kaynaklardan ilham alabilir mi? Diye bir soru yöneltilse; sanırım, bir birine zıt iki tepki ile karşılaşılır.

Birincisi; bizdeki, ‘bu, ne demek?’ diye başlayan ‘lâiklik tehlikeye girer!’ noktasına kadar taşınan reaksiyondur. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile sinemanın (tabii ki tiyatronun, hikâyenin, romanın v.s.) dinden ayrılması arasında, nasıl bir bağlantı kurulduğu ise; hep, kocaman bir soru işareti olarak kalmıştır. Bize özgü bir komplekstir bu ve doğru bir mantıktan ziyade, anlamsız bir korkuya dayanmaktadır.” ifadelerini kullanmışsınız.
Görünüşte bu görüşlerinizde haklı gözükmüş olsanız da, hakikatte gayet haksızsınız. Zîra; lâikliği “dinsizlik” olarak algılayan kesimlerle, lâikliği “dindışı” olarak algılayan kesimlerin kavgası sürdüğü sürece, işin doğrusu bulunamaz. Gerçek anlamdaki lâikliğin, “Dinin devlete ve devletin dine tarafsızlığı” ilkesi benimsenmediği ve kabul edilmediği sürece de bu kavga, hiçbir zaman bitmeyecektir. Son 2-3 asrı kapsayacak şekilde tarihî sürece bir bakalım:
İlimdeki, fendeki, sanayideki gelişmelere, “GÂVUR İCADIDIR!” diyerek karşı çıkanlar ve reddedenler, dâimâ, dindar kesimlerden çıkmıştır. “PUTTUR!” diyerek, resim reddedilmiştir. “Şeytan icadıdır!” denilerek, bisiklete binmek dahî günah olarak kabul edilmiştir. Tiyatro ise, “Cehennem’e giden yol” olarak kabullenilmiştir. Romana nasıl bakıldığını bilemem; ama, dünya klâsiklerine giren bir roman eserimiz yoktur. Osmanlı döneminde meydana gelen bütün ihtilâl, ayaklanma ve anarşi, “Şeriat elden gidiyor!” gerekçesine dayandırılmıştır. Medreselerde, başta fizik, matematik, kimya, biyoloji olmak üzere bütün fen bilimleri, tedrisattan kaldırılmıştır.
Bizzat şahit oldum:
Ruslar, 1958 yılında uzaya uydu gönderdiler. Amerikalılar, “Uzay yarışında biz de varız. Yakın bir gelecekte aya, insan göndereceğiz!” açıklamasını yapınca; Beyazıt Camisi’nde bir ikindi vaazında vaizin, “Aya çıkamazlar. Allah, insanlara bu izni vermez!” dediğine, bizzat şahit oldum.
Şimdi, konuya, yani, sinema meselesine gelelim:
Bu hususta bir yasak yoktur. İsteyen her kişi ve kuruluş, bu alanda faaliyet gösterebilir. Nitekim; mensubu olduğunuz cemaatin yayın kuruluşları, dinî içerikli dizi filmleri ve yayınlar yapmaktadır. Hattâ, öylesine dizi filmleri yayınlanmaktadır ki; Güneydoğu olaylarını konu alan bu dizi filmleri, gayet iyi senarize edilerek, genç dimağlara Türk-Kürt ayırımı aşılamaktadır. Yani; kamuoyunca iyi bilinmeyen bir siyasî amaca yöneliktir. Ki; bu senaryolar, benim kanaatime göre, dış destekli ve ideolojiktir.
Sormak hakkımdır:
Siyasî amaç taşımadan, cemaat propagandasına dayandırılmadan, dinî kaynakları sinemaya uygulamanın önünde bir engel var mıdır?
Sinema, bir vasıtadır; Hayırda kullanılırsa hayır, şerde kullanılırsa şer vasıtası olur.
Sayın DUMANLI;
Dinsizlik, hiçbir zaman ve hiçbir yerde EKSERİYETİN MEZHEBİ olmamıştır. Çünkü Allah, insanlara aslını aramaklık aşkı vermiştir. Bu sebeple de insanlar, daimâ, kendilerinden üstün bir kudreti aramışlar ve tapmışlardır. Ancak; her dönemde ve her yerde, insanların bu duygularını istismar ederek makam, mevki, servet, rütbe ve şöhret peşinde koşanlar, temiz duygular taşıyan insanları aldatmışlar ve uyutmuşlardır. 2-3 asırdan beri, Türk milletinin en büyük derdi de, budur. Maksadımı, Hz. Ali’nin, Mısır Valisi Malik İbni Eşteri’ye gönderdiği emirnamesindeki sözlerini örnek göstererek anlatmak istiyorum. Hz. Ali, şu ifadeleri kullanmıştır:
"EY MÂLİK! Şu hususa çok dikkat et ve olanca kuvvetinle çalış! Zirâ bu DİN, fena adamların elinde esîr oldu. Din perdesi altında, o nâma, istenilen fenalıklar yapılıyor ve onunla, dünya nimetleri elde edilmeye çalışılıyor.”
Evet; Hz. ALİ'nin bu ALİCE sözü, her dimağda bir levha olarak kalmalıdır. Tarihin ibret dolu sayfalarını açan herkes; edepsizlerin, DİN PERDESİNE bürünerek, DİN NÂMINA yaptıkları fenalıkları okur ve ağlar!
Sayın DUMANLI;
HAYRIN ve ŞERRİN miktarı önemli değildir; vasfı, çok önemlidir. Dindarlık da, dinsizlik de samimiyet ister ve riya kaldırmaz. İster dindar olsun, ister dinsiz olsun; işin içine samimiyetsizlik ve riya katarsa; hakikatleri örtmüş ve insanları aldatmış olur. Bu husutaki görüşlerimi, Fehmi Koruya yazdığım ve ekte bilgilerinize sunduğum mektubumdan öğrenebilirsiniz:


“ Sayın Fehmi KORU

Yeni Şafak Gazetesi Yazarı
16 Nisan 2009


Sayın KORU;

16 Nisan 2009 tarihli ve “CEMAATTEN KORKULUR MU?” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Açık ve samimi olarak itiraf etmem gerekirse, CEMAATTEN KORKULUR. Zira; 2-3 asırdan beri CEMAAT OLUŞUMLARI, “İHVAN” edilen mensuplarını İSLÂM DİNİ’NİN ÖZÜNDEN uzaklaştırarak ve onların İRADE ve HÜRRİYET SIFATLARI üzerine ipotek koyarak, adetâ bir KÖLELİK SİSTEMİ oluşturmuşlardır.

Bu görüşüme itiraz edeceğinizi biliyorum. Ama; bu itirazınız, HAKİKATLERİ değiştirmeyecektir. Hakikatleri kabul etmek için insanların, “Ya göründükleri gibi olmaları veya oldukları gibi görünmeleri” şarttır.

Bu girişten sonra esas konumuza gelelim:
“CEMAAT” denince gerçek niyetlerini gizleyenler, cemaat mensubu insanları öne sürerek, cemaatin PERDE ARKASINA gizlenen YÖNETİCİLERİNİ hiç konuşmazlar ve kamuoyunun gündemine getirmezler. Böylece; cemaat reislerinin, tarikat liderlerinin İHTİRAS ve EMELLERİNİ gizlemiş olurlar. İşte bir örnek:
Etkili ve büyük bir teşkilâta sahip GÜLEN CEMAATİNİN görünürdeki lideri olan FETHULLAH GÜLEN’İ herkes tanır ve fakat; bu cemaatin tepe noktasındaki yöneticilerini kimse tanımaz. Bu yöneticilerin kariyerlerini, bağlantılarını ve yüklendikleri misyonlarını kimse bilmez. Zira; cemaatin üst kademe yöneticileri, halktan oluşan kitleleri, SORGULAMAMAK esasına göre ŞARTLI olarak yetiştirmişlerdir. Bunu da; insanların yaradılışında var olan “İNANMAK” özelliklerini kullanarak yapmışlardır. Yani; EVRENSEL olan YÜCE İSLÂM DİNİNİ, kendi çıkarlarına âlet ederek BÜYÜK KİTAP KUR’AN’I, sâdece ölülere okunan bir MEZARLIK KİTABI haline getirilmesini başarmışlardır.
Dikkat ediniz:
Her cemaat, kendi liderini BÜYÜK ilân etmiştir. Cemaat mensupları, kendi liderleri dışındaki kişileri ilmi, ahlâkı, fazileti ne kadar yüksek olursa olsun kabullenmezler ve hatta aleyhinde bulunurlar. Cemaatler arasındaki ittifak, ancak ve ancak tepe yöneticilerinin müşterek menfaat ve hedefleri doğrultusunda sağlanır. Bu ittifak da daha ziyade, SİYASÎ ALANDA sağlanır.
Sayın KORU;
Dinsizlik, hiçbir zaman ve hiçbir yerde ekseriyetin mezhebi olamamıştır. Çünkü; insanın yaradılışında “ASLINI ARAMAKLIK AŞKI” vardır. İsteseler de, istemeseler de insanlar, kendilerinden üstün BİR KUDRETE tapmak zorundadırlar. Zira; Allah, hiçbir yaratılmışa vermediği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarını, sâdece insan sınıfına bahşetmiştir ve kendine muhatap kılmıştır. Bunun anlamı da gayet açıktır:
Her inanan, İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarının hakkını vermek zorundadır. Hiç kimseye ve hiçbir makama tâbi olmadan kendi İRADESİNİ, HÜRRİYET içersinde beyan etmek zorundadır. İnanan bir insan, ancak bu sayede kendisini NEFSİNİN ESARETİNDEN kurtarabilir. Kendisini nefsinin esaretinden kurtaran insanlar, HAK ve ADÂLETİ gözeterek, AHLÂK ve FAZİLET ölçüleri içinde hayatlarını idame ettirirler. Zira; her FAZİLET, kendisi ile saf tutanlar arasında bir dostluk, bir muhabbet meydana getirir. Geçek anlamdaki CEMAAT, bu şekilde oluşur.
İşte; gerçek anlamda DİNDARLIK ve CEMAATÇİLİK de, budur. Bunun haricindeki oluşumların DİNDARLIK ve CEMAATÇİLİKLE uzaktan yakından alâkası yoktur ve olamaz da.
Şimdi; günümüze bir bakalım:
Seçimlerde şahit oluyoruz: Cemaat reisleri, cemaat mensubu insanları, seçimlerde, taşıdıkları İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarını hiçe sayarak, belirledikleri partilere kitle halinde yönlendirmektedirler. Bu davranışlarıyla da, insanların SORGULAMA haklarını ellerinden almaktadırlar. Örnek:
İktidarın siyasî, iktisadî büyük hataları olduğu ve yolsuzluk söylentileri arşı kapladığı halde; iktidar yanlısı görüntü veren cemaat veya tarikat oluşumu televizyonlar ve gazeteler, herhangi bir eleştiride bulunmamaktadırlar. Başta askerler olmak üzere hangi kurum veya kuruluşa saldırılacaksa; hep birlikte ve ağızbirliği yaparak saldırmaktadırlar.
Merak ediyorum:
Hakikatleri gizlemek, insanların irade ve hürriyetlerine gem vurmak, adâleti gözetmemek ve hakkı savunmamak, yönetenlere hesap sormamak, insanları “Bizden olanlar ve bizden olmayanlar” diye ayırıma tabi tutmak, kamu mallarına yapılan tecavüzleri görmemek, ehliyet ve liyakate bakılmaksızın kadrolaşmak; acaba, Yüce İslâm Dininin neresinde kayıtlıdır?
Yalanla iman bir kalpte bulunamayacağına göre; herkes kendi hesabını yaparak, ne kadar dindar olduğunu ortaya koymalıdır. Bu hesabı, cemaat ve tarikat yöneticileri de yapabilmelidirler. Zira; mensuplarının dini hislerini istismar etmek kolaydır. Ama; Allah’ı aldatmak imkânsızdır. Zira; Allah, herkesin hayatının filmini çektirmektedir ve hesap gününde bu filmi, herkesin önüne koyacaktır.
Bu sebeple; dikkat ediniz ve şartlı yazıları terk ederek, halkı, doğrular istikametinde bilgilendiriniz.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı”
Sayın DUMANLI;
Siz, her gün yazıyorsunuz ve kamuoyu oluşturmak için çalışıyorsunuz. Ben de ara sıra yazıyorum. Ama, geniş halk kitlelerine ulaşma imkânım yoktur. Bu sebeple, muhakkak surette cevabınızı bekliyorum. Bu cevabınız, görüş, duygu ve düşüncelerimizin uyuşup, uyuşmayacağının ölçüsü olacaktır.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: