13 Kasım 2009 Cuma

21 Yıl zarfında değişen bir şey var mıdır?

Sayın Nazlı ILICAK
Sabah Gazetesi Yazarı
İstanbul 13 Kasım 2009


Sayın ILICAK;


13 Kasım 2009 tarihli ve “Ne demişti Şeyh Edebâli?” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın bir bölümünde;


“İşin tuzu biberi, Tayyip Erdoğan'ın Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ile yaptığı konuşma. Başbakan, Meclis Başkanı'na müdahale eder mi, tartışmasına girmiyoruz. Diyelim ki, Grup Başkanı sıfatını kullanarak ve üstelik çok eski arkadaşlığına dayanarak, Şahin'i ağır bir dille eleştirdi. Lâkin bu eleştirisinde de haksız. Zira, Meclis Başkanı, apar topar pankartlı milletvekillerini dışarı atsaydı, kavga büyümez miydi? Ara verdi ve pankartları indirtti. Oturum açıldığında, kavga bitmişti.

Ne demişti Şeyh Edebâli: "Bundan böyle öfke bize... gönül almak, katlanmak, hoş görmek sana..."


Bakalım bugün, Erdoğan, Edebâli'nin sözlerini hatırlayabilecek mi?” ifadelerini kullanmışsınız.






Bu ifadeleriniz beni geçmişe fikren bir seyahate çıkardı. Ki; bu seyahatimde keyfî, baskıcı ve Devleti, BİR PARTİ DEVLETİ haline getirmek isteyen zihniyetin izlerine rastladım. Aynı zamanda, Süleyman Demirel’e yazdığınız 2 Şubat 1988 tarihli mektubunuzu okudum. Geçmişi hatırlatan ve bugüne de ışık tutacak bu mektubunuzu, size ve okuyabilen herkese hatırlatmak için aynen aktarıyorum:



“Beyefendi 2 Şubat 1988


Sizi uzun zamandır telefonla arayamadım. Sebep şu: “Nazlı neden yazmıyorsun?” yolunda bir sualinize muhatap olmaktan çekiniyordum.


Ben aslında yazıyorum ama, siz beni fark etmiyorsunuz.


Çünkü isim değiştirme zulmünün sadece Bulgaristan’da yapıldığını zannediyorsunuzdur. Halbuki ben, hem isim hem de cinsiyet değiştirdim. Kerem Turgut Aslanel oldum. Sütunumun başlığı “Aslı gibi”. Bulvar Gazetesi’nin 3. sayfasında sağ alt köşesinde yer alıyor.


Bu mektubu, ÖZAL DÖNEMİNDE basın üzerindeki baskının ne seviyeye geldiğini göstermesi için, ileride bir TARİHÎ VESİKA teşkil etsin diye size gönderiyorum. İlişikte yazılarımın fotokopisi de yer alıyor.


Tercüman’da makalelerimin yayınlanmamasını, lütfen bir haysiyetsizlik olarak değerlendirmeyiniz. İnsan, devletle mücadele edemez. Yok olmaktansa, müsait şartları beklemenin daha doğru bir karar olacağını düşünüyorum. İnanmadığımı savunmam mümkün olmadığı için de, Kerem Turgut Aslanel ismini, ehven-i şer buldum. Zannederim bir müddet sonra kendi ismimle BULVAR GAZETESİ’ nde yazı yazmak imkânını elde edeceğim.


Tabiî duyuyor ve biliyorsunuzdur. ÖZAL, şöyle veya böyle işadamlarını enselerinden yakalıyor, önlerine çeşitli engeller koyuyor. Kimse ondan ihsan talep etmiyor ama o, olabilecek işi köstekliyor. Herkes ona tâbi olacak, kimse eleştirmeyecek. Halit Narin de çaresiz, bu yüzden Davos’a gelmişti. Bizleri ÖZAL’dan menfaat bekleyenler kategorisine koymayın. Ne çare ki, köprüyü normal değil, anormal yollardan geçmek durumunda bırakıldık. Utanç verici bir vaziyet ama, herhalde bu, bizim değil, ANAP iktidarının utanç belgesidir.


Lâfı uzatmayayım. Lütfen bu sırrımı saklamanızı rica ederim. Yakında telefonlaşmak ve görüşmek umuduyla…


Hürmetlerimle.


NAZLI ILICAK”


Bu mektubunuza, bir de not eklemişsiniz:



“Not: Baskı, devlet ilânlarının BULVAR’a ve Günaydın Gazetesi’ne verilmemesi şeklinde devam ediyor. Olay, bir dedikodu değildir. Şekerbank Genel Müdürü Yalçın Amanvermez ve Sümerbank Genel Müdürü Erkan Tapan tarafından bizzat bana söylenilmiştir. Bu kişilerin de yapacak bir şeyleri yok. Yeldeğirmenleriyle dövüşen Donkişot mu olsunlar!...


“Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner” lâfını umutla tekrarlıyorum. Hesapların döndüğüne ait bir olayla satırlarıma son vermek isterim: Davos’ta İstanbul eski Sıkıyönetim Komutanı Haydar Saltık’ı gördüm. Bern Büyükelçisi olarak orada bulunuyor. Sıkıyönetim döneminde ilişkilerimiz, hayli gergindi. Hatta benim 3 aylık mahkûmiyetimi temyiz etmemek suretiyle hapse girmeme de yol açmıştı. Savcılara ve hâkimlere, benim aleyhimde talimat verdiği bile söylenir. Her neyse, Zürih’te bana dedi ki: Nazlı Hanım, sizi çok takdir ediyorum. 12 Eylül döneminde bir tek siz, bir de Oktay Ekşi demokrasi için ciddi mücadele verdiniz.” Mayıs’ta emekliliği gelecekmiş. “İstanbul’a döndüğünüzde görüşürüz.” dedim ve ayrıldık.


İşte durum budur. Lâfı çok uzattım, zira birine içimi dökmek ihtiyacı içindeyim. Vaktinizi aldım, özür dilerim”



Sayın ILICAK;






Bu mektubumu niçin yazdığımı merak etmiş olabilirsiniz. Merakınızı gidermek için soruyorum:


* Acaba bugün, Özal dönemine ait benzerlikler var mıdır?


* Medyaya, medya çalışanlarına ve işadamlarına baskı yapılmakta mıdır? Yandaş veya karşı taraf ayırımları var mıdır?


* Devletin imkânları siyasî amaçlı ve bir baskı unsuru olarak kullanılmakta mıdır?


* Yandaş medyaya, Özal döneminde olduğu gibi, kamu bankalarından imkânlar ve destekler sağlanıyor mu?


* Devleti, bir Parti Devleti haline getirme gayretine girişilmiş midir?


* Özal’ın yaptığı gibi şöyle veya böyle iş adamlarını enselerinden yakalayan ve önlerine çeşitli engeller koyanlar, olabilecek işleri köstekleyenler ve de herkesten biat bekleyenler var mıdır?


* Sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi savcılara ve hâkimlere talimat verenler var mıdır?


* Demirel’e telefon etmekten çekindiğinize göre, dinlenmek korkusuyla mektup yazmayı tercih etmişsiniz. Acaba bugün de, o çekince ve korkuyla hareket edenler bulunuyor mu?


* En önemlisi; sizin çizginiz nedir? Köprüyü, hangi yollardan geçiyorsunuz? İnanmadığınız yazmamakta direnebiliyor musunuz? Gerçek anlamda ve olması gerektiği biçimde demokrasiyi savunabiliyor musunuz?


* Türkiye, tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRAT bir ülke olmasını başarabilmiş midir?


Beni aydınlatacağınızı umuyorum.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: