26 Kasım 2009 Perşembe

Doğruları kim ve ne zaman söyleyecektir.

Sayın Şükrü KIZILOT
Hürriyet Gazetesi Yazarı
Ankara 26 Ekim 2009


Sayın KIZILOY;


26 Kasım 2009 tarihli ve “10 aylık iç borç artışı, önceki 50 aydan fazla” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Çöken ve göstermelik bütçelerle ülkenin nerelere geldiğini, hislerden uzak bir şekilde aklın, mantığın ve ilmin tahtında anlatmışsınız.

Yazınızda; borç mukayeselerini yaparken “Cumhuriyetin ilânından 2002’ye kadar 150 milyar, 2002- 2009 döneminde 177 milyar” ifadenize açıklık getirilmelidir. Zira; Cumhuriyeti kurulduğu günden 2002 sonuna kadar geçen süre analize esas alınırsa; bu, yanıltıcı olur. Asıl mukayese, 12 Eylül 1980 esas alınarak yapılmalıdır. Sebebine gelince:

12 Eylül 1980 günü Türkiye’nin iç borcu yok denecek kadar azdı. Takriben 200 milyon dolar seviyesindeydi. O günkü kura göre 14 milyar lira.

Bu borç, 1987 yılında 6 katrilyon 400 milyon liraya çıkmış ve giderek yükselmiştir. 1989 Ağustos ayında yürürlüğe konan 32 Sayılı konvertibilite kararı ile döviz ticaretinin serbest hale getirilmesinden sonra, iç borçlar kontrolden çıkmış ve 2002 sonunda 150 milyar (150 katrilyon) liraya ulaşarak, Türkiye’nin en büyük kamburu haline gelmiştir. Üstelik; giderek büyüyen borçları çevirmek için, yeniden borçlanma ihtiyacı sebebiyle ödenen faizler, üretimin gerilemesine, istihdamın daralmasına ve yatırımların durmasına veya istenen seviyeye ulaşmamasına sebep olmuştur. İç borçların 2002’den 2007’ye kadar 177 milyar lira artarak 327 milyar liraya ulaşması gayet normaldir. Özelleştirme gelirleri (50 milyar dolar, 75 milyar lira) ve İşsizlik Fonu’ndan kaynak aktarması olmasaydı, iç borç bugün, 500 milyar liraya ulaşmış olurdu. Üstelik 2002-2009 döneminde halkımız da, altından kalkamayacağı büyüklükte bir borç yükü altında girmiştir. 2002 sonunda, Marmara depremine ve 2001 krizine rağmen, halkımızın bankalara olan 6,4 milyar lira olan borcu, bugün, 150 milyar liraya ulaşmıştır.

Dış borçlar da aynı durumdadır. 12 Eylül 1980 sabahı 12,5 milyar dolar olan dış borcumuz, 365 milyar dolara ulaşmıştır. Dış borçlar da, 1989 yılından sonra, sıcak para rantına dayalı olarak, hızla artmıştır. Üstelik; bu dönem zarfında, başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz ve de perakende ticaretimiz yabancıların eline geçmiştir. Yitirdiğimiz veya mantıksız bir şekilde tasfiye ettiğimiz varlıklarımızı bir daha yerine de koyamayız. Bundan sonra faiz ödemeleriyle bütçe açıkları, Türkiye’yi, daha da zora sokacak ve borçlarımızın artmasına sebep olacaktır. Bugün toz-pembe tablo çizenler, muhtemel bir devalüasyondan sonra halimizin, ne olacağını da hesaba katmak zorundadırlar. Bugün dolar kuru, 2001 yılının Eylül ayı kuruna eşittir. Bunun; belli bir hedefe yönelik bir maksadı ve hesabı olmalıdır.

İşte; mukayesenin, 2002 yılı baz alınarak değil de, 12 Eylül 1980 baz alınarak yapılmasında büyük bir zaruret vardır. Hatta, böyle bir mukayesenin, 1965-1980 dönemi ile 12 Eylül 1980 sonrası dönemi kapsayacak şekilde yapılmasında, daha büyük zaruret vardır. Şöyle ki:

12 Eylül 1980 Askeri idaresinin elinde imkân olsaydı da; gelmiş geçmiş bütün Cumhuriyet hükümetlerine, “Bu kadar borcu niçin yaptınız ve aldığınız bu borçları nerede kullandınız?” sorusunu sorarak hesaba çekseydi; karşılığında, 100 milyar dolar değerinden fazla bir varlık meydana getirildiğini görecekti. Sâdece Tüpraş ve Petkim’in değerinin, 12,5 milyar dolar olduğunu görecekti.

Bu tarz bir irdeleme ve sorgulama, Türkiye’nin, 12 Eylül 1980’den sonra yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edildiği gerçeğini ortaya çıkaracaktır. Gelir dağılımındaki bozukluk, işsizliğin yaygınlaşması, fukaralık, üretimsizlik veya yetersiz üretim, yatırımsızlık, tarım ve hayvancılığın çökmesi, orta tabakanın erimesi, ekonomik faaliyetlerin yabancıların eline geçmesi, lüzumlu KİT’lerin ve Birliklerin tasfiyesi, rantların yükselmesi, bu yanlış ekonomi ve para politikaları sebebiyledir.

Ne yazık ki; televizyonlara çıkan ve gazetelerde yazı yazan tele-vole ekonomistleri, 12 Eylül’den sonra sahne tutan fırsatçı siyasetçiler, bu gerçeğe eğilmemişler ve Türkiye’yi iktisaden dışa bağımlı hale getiren bu yanlış politikaların devamı için, halkı aldatacak şekilde ellerinden gelen gayreti göstermişlerdir. Döviz-Faiz- Borsa üçgeninden ibaret olan bu yıkıcı ve yakıcı rant ekonomisini övmekten başka bir şey yapmamışlar veya yapamamışlardır. İktisadî bağımsızlıklarını kaybeden milletlerin akibetlerinin, ne olacağını asla ve asla söylememişlerdir.


Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: