Sayın Hasan CEMÂL
Milliyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 28 Kasım 2009
Sayın CEMÂL;
28 Kasım 2009 tarihli ve “Paşa, paşa istifa bizde olabilir mi?” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Alman Genelkurmay Başkanı’nın istifa etmesini konu ederek, her zaman yaptığınız gibi Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef seçmişsiniz. Açık ifade etmeseniz de, Genelkurmay Başkanı’nın istifa etmesini istemektesiniz
Henüz daha ne olduğu, kimlerin tarafından ve niçin ortaya atıldığı iyi bilinmeyen ve de nasıl sonuçlanacağı belli olmayan birtakım iddialara dayanarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef alan hezeyanlarınızı anlamak için, beyin kıvrımlarınızda dolaşmamız gerekecektir.
Aslında istifa etmesi gereken kişi Genelkurmay Başkanı değil; vaktiyle yaptığınız provokasyonlar ve Kuseyri’nin ölümünü gizleyerek saptırmanız sebebiyle gazeteciliği ve yazarlığı bırakarak, siz istifa etmelisiniz. “Kimse kızmasın kendimi yazdım” adlı kitabınız, bunun şart olduğunu ispatlamaktadır. Zîra; 12 Mart 1971 Müdahalesi’nden önce darbe ortamı hazırlamak ve günün meşru iktidarını yıkmak için yaptıklarınız, Türkiye’ye, bugüne dahî etkisi olan istikrarsızlık getirmiş ve çok kıymetli yıllarımızın ziyan edilmesine sebep olmuştur. Bu sebeple de; bu gibi faaliyetler, “Zaman Aşımına” olmadığı için yargılanmanız gerekir.
Bugün bir darbe ortamının ve ihtimalinin olmamasına rağmen; demokrat kisvesine bürünerek, ülkenin en önemli kurumu olan Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni yıpratıcı ve tahrik edici şekilde hedef seçmenizin, muhakkak surette, bizlerce ve kamuoyunca iyi bilinmeyen bir sebebi ve hedefi olmalıdır. Hele; ülkemizde, bir etnik çatışma çıkartmak için alabildiğince faaliyet gösterenlerin çok olduğu bir zamanda, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin hedef seçilmesi, aklın, mantığın ve ilmin kabul edebileceği bir husus değildir.
Yazınızın bir bölümünde; Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın şu sözlerini, görüşlerinizi kuvvetlendirmek için dayanak göstermeniz, düşündürücüdür:
“Yönetimler şeffaf olmalı, hesap verebilir olmalı. Buna ulaşamayan hiçbir kurum yıpranmaktan kurtulamayacaktır. Yıpranmamanın tek yolu vardır: Çıkıp hesap verebilmek! Üstünü örtmek veya topu taca atmak değil. Türkiye’de demokrasinin müdahalelerden kurtulması için, Türkiye nasıl şu yedi yıl içinde 55’e yakın mafya tipi örgütlenmeden kurtulduysa, buna benzer örgütlenmelerden de kurtulsun, Batı tipi bir ülke olsun.”
SAYIN CEMÂL;
Bülent Arınç, mevcut Hükümet’in Bakanı olan bir politikacıdır. Elbette ki; konuşmaları, beyanları siyasî amaç taşıyacaktır. Eleştirilere muhatap olmadığı için de, politik davranmaktan çekinmeyecektir. Ama; bir gerçeği de hatırlamanız şarttır. O da şudur:
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Deniz Feneri davası” ile ilgili olarak günün RÜTÜK Başkanı Zahit Akman hakkında, “O makamda oturması etik değildir, istifa etmesi gerekir.” açıklamasını yapmıştı. Bu açıklamasına rağmen Zahit Akman, istifa etmemiştir.
Yönetimlerin şeffaf ve hesap verebilir olmaları; gerçeklerin üstünün örtülmemesi, demokrasinin müdahalelerden kurtulması, Mafya tipi örgütlerin ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin gerçek anlamda Batı tipi bir gerçek demokrasi ile idare edilmesi, herkesin arzusu, hedefi ve müşterek dileğidir.
Ama; ne yazık ki Türkiye, 29 yıldan beri tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRAT bir ülke haline getirilememiştir. Yürürlükteki çarpık ve gerçek demokrasinin özüne aykırı Siyasî Partiler ve Seçim Kanunları sebebiyle siyasî iktidarlar DEVLETİ, bir PARTİ DEVLETİ haline getirmeyi başarmışlardır. Baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem oluştuğu için de; ŞEFFAF ve hesap verebilir bir ortam sağlanamamıştır. KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ işlevsiz hale getirildiği için de; daima tartışmalı ve göstermelik azıcık demokrasi, hükmünü sürdürmüştür. Batı demokrasilerinde olduğu gibi, Milletvekili dokunulmazlıklarına sınır getirilmediği için de; yolsuzluk, haksızlık, usulsüzlük, kayırmacılık, yandaşlık ve keyfîlik söylentileri, halkı huzursuzluğuna ve karamsarlığına sebep olmuştur.
29 yıldan beri de; bu çarpıklığı düzeltmek, Türkiye’yi tam anlamıyla HÜR VE DEMOKRAT BİR ÜLKE haline getirmek için, hiçbir siyasî iktidar üzerine düşen görevi yerine getirmemiş ve iktidar gücünün cazibesine kapılarak, halkı oyalamıştır. Bu çarpık sistemi, gerçek bir demokrasiye dönüştürmek için, iki dönemden beri tek başına ve büyük meclis çoğunluğuna rağmen, AKP iktidarı da gayret göstermemiştir. Siz ve sizin gibi demokrasiyi dillerinden düşürmeyen yazarlar, çizerler ve aydın geçinenler, bu gerçek karşısında sessiz kalmayı yeğlemişlerdir.
Acaba, haksız mıyım?
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
Not: Münasebet aldığı için Kitabınızdan bir bölüm naklediyorum:
"Tek amacımız: ASKERİ KIŞKIRTMAK….
Hatırlıyor musun o günü? 1970 sonu, 1971 başı olmalı. Ankara'nın göbeğinde, Sıhhiyeye'deki ANKARA ORDUEVİ'nin önünde patlayacaktı bombalar…İki yandan iki bomba!
Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi'nin bahçesindeki miting bittikten sonra gençler, yürüyüşe geçecekti. Orduevine yaklaştıkları sırada atılacaktı iki el bombası da. Biri, Ankara Sineması'nın oralardan; öbürü, tam aksi istikametten, Mithatpaşa Caddesi ile Atatürk Bulvarı'nın kesiştiği noktadaki Yüksel Palas'ın bulunduğu köşeden. Şimdi, orası da orduevi. bombaların hedefi, toplum polisiydi. Patlamalarla birlikte sloganlar, tam orduevinin önünde atılacaktı:
"ORDU GENÇLİK EL ELE, MİLLÎ CEPHEDE!"
"ORDU GENÇLİK EL ELE, MİLLÎ CEPHEDE!"
Bir tek amacımız vardı:
ASKERİ KIŞKIRTMAK…Darbe süreci, bu kışkırtma ve provokasyonlar sayesinde hazırlanacaktı. Ve devrime giden yola çıkacaktık. Şiddet şarttı, devrime giden yolu açmak için.
Yani, hedefe varmanın yolu, gerektiğinde insan hayatını hiçe saymaktan geçiyordu. Gaye için her yol MÜBAH…"
"MUSTAFA KUSEYRİ'NİN ÖLÜMÜNÜ HATIRLIYOR MUSUN?
1970 baharıydı. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Faşistler, Mustafa Kuseyri'yi öldürdü!". Koşa, koşa dergiye geldim. Adakale Sokak'taki DEVRİM BÜROSUNA. Doğan Bey (Avcıoğlu), her zamanki gibi kesif sigara dumanlı küçük odasında çalışıyordu. Ağzının bir kenarında hiç eksik olmayan Samsun cigarasını tüttürürken:
"Bak Hasan!" dedi gözlüklerinin üstünden bakarak, "KUSEYRİ'Yİ FAŞİSTLER ÖLDÜRMEDİ. Bir arkadaşı kazayla vurmuş.."
Bir dolmuşa atlayıp Cebeci'ye, Siyasal Bilgiler'in yanındaki Basın-Yayın'a gittim. Dışarıda öğrenciler, "KAHROLSUN FAŞİSTLER!" diye slogan atıyordu. Olay, akşam olmuştu. Kusyri, tabancayla Rus ruleti oynarken, yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza kurşunu sonucu vurulmuştu. Nejat'ın kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silenler arasında, o zamanlar Doğu Perinçek'in "Beyaz" Aydınlıkçı ya da Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarında yer alan CENGİZ ÇANDAR da vardı.
Ve olay örtbas edildi. Hemen ertesi gün Ankara'da, "ANAYASA'YA SAYGI" yürüyüşleri düzenlendi:
FAŞİZMİ TELİN İÇİN!"
28 Kasım 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder