Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 20 Kasım 2009
Sayın BAŞBAKAN;
AKP Genel Merkezi’nde düzenlenen “Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında” yaptığınız konuşmanızın bir bölümünde;
"Statükonun devam etmesi demek, daha fazla şehit demektir, daha fazla ölüm demektir, daha fazla kan ve daha fazla yüreği parçalanmış anne demektir. Açık söylüyorum, 'statüko devam etsin' demek, ölümlere, çatışmalara, yıkıma, haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe ortak olmak demektir" ifadelerini kullanmışsınız.
Önceleri “Kürt Açılımı”, sonraları “Demokratik Açılım”, şimdi de “Millî Birlik Projesi” adı verilen ve henüz daha ne olduğu ve nelerin yapılmak istendiği belli olmayan açılımlara dayandırdığınız bu sözleriniz, düşündürücüdür. Zira; halkın zihni, gerçekten karışıktır ve halk arasında zıtlaşmalar meydana gelmiştir. Sebebine gelince:
Ne yapmak istediğinizi, hangi çözümleri getireceğinizi, halk bilmemektedir. “Kişi, cahili olduğu şeyin kuvvetli düşmanıdır.” gerçeği dikkate alınacak olunursa; konu hakkında bilgilendirilmeyen halkın, siyasî aidiyetlerine göre bir birleriyle zıtlaşacağı, gayet tabiidir.
Merak edilir:
Statükonun ne olduğunu; Alevî ve Kürt meselelerinin nasıl çözüleceğini, halkı bilgilendirecek şekilde net olarak açıklamak varken; “Daha fazla şehit, daha fazla ölüm, daha fazla kan, daha fazla yüreği parçalanmış anne demektir; ölümlere, çatışmalara, yıkıma, haksızlığa, hukuksuzluğa, adâletsizliğe ortak olmak demektir.” sözlerini söylemenizdeki hikmet nedir?
Bölücü emeller taşıyanların ve Kürt milliyetçiliği yapanların dışındaki halk; ister Türk, ister Kürt veya diğer kökenli olsun; PKK terörünün, Amerika, İngiltere ve İsrail’in kendi hedefleri ve çıkarları doğrultusunda yarattıkları bir terör olduğuna inanmaktadır. Yani; halkın sağduyusu yerindedir ve doğrudur. Halk, kan dökülmesini istemediği gibi; Türkiye’nin ÜNİTER YAPISININ bozulmasına da razı değildir. Bu gerçeği açık bir şekilde ifade ederek, halkı bilgilendirseniz; “Kürt sorunu” adı altında yaratılan bu gerginliği, ortadan kaldırmış ve zıtlaşmaları önlemiş olursunuz. Gerçek çözüm de, ancak bu şekilde sağlanır.
Alevî meselesi de öyledir. Kaldı ki; “Alevilerin temsilcisiyim” diye ortaya çıkan bazı kişilerin anlayış ve görüşleri, bütün Alevîlerin benimsediği görüşler değildir. Bu konu da, gerçek zemininde tartışılmamaktadır. Kerbelâ’dan bahsetmek, çözümün kolaylaşacağı anlamına gelmez. Zira; Kerbelâ’da, saltanat hırsı ile hareket edenler, Hz. Peygamberimizin torunlarını hunharca şehit etmişler ve akabinde İkindi Namazı’na durmuşlardır. Öyle zannediyorum ki; saltanat hırsları galip ve bu büyük zulmün müsebbipleri olan Emevî Saltanatı’nın kurucusu Muaviye ile zorla biat aldığı oğlu Yezid’i kınayan ve onların zalim odlularını beyan eden bir açıklama yapsanız; bazı kişilerce istismar edilen Alevî konusunun yatışmasını sağlamış olursunuz.
Bu konuları siyaset zeminine ve meydanlara taşımak, zamirinizdeki çözümleri imkânsız kılacağı gibi; halk arasında gerginlik yaratacak ve kıyamete kadar kapanmayacak derin bir ayrıkçı hendek açacaktır. Esasen sıkıntıda ve zorda olan halk, gerginlik istememektedir ve ülkeyi idare edenlerden itidal beklemektedir.
Sayın BAŞBAKAN;
Halkın asıl derdi ekonomi alanındaki darlıktır. Açlık ve fakirlikle ilgili göstergeler, iç açıcı değildir. 2006 ve 2007 göstergelerine göre nüfusumuzun yüzde 18,5’i (12,9 milyon kişi), gıda ve gıda dışı harcamalarda yoksuldur.
2009 yılı Ocak-Ekim döneminde bütçe harcamaları, 218 milyar liradır. Bu dönemde 50,2 milyar lira faiz ödenmiştir ve bütçe 40 milyar lira açık vermiştir. Açık, yılsonuna kadar 60 milyar liraya ulaşacaktır.
2010 yılı bütçesi 286,9 milyar lira büyüklüğünde tasarlanmıştır. 2010 yılı için bütçe açığı 50,1 milyar, faiz ödemesi 58,8 milyar, personel giderleri 60,3 milyar lira olarak öngörülmüştür. Personel giderleri, faiz harcamalarına eşittir. Yatırımlara ayrılan pay ise, yok denecek kadar azdır. SGK’ya yapılacak transferler, bütçenin en büyük kamburudur.
Böyle bir bütçe ile halkın rahatlatılamayacağı, Türkiye’nin ekonomisinin düzeltilemeyeceği, fukaralığın ve çaresizliğin giderilemeyeceği, artan işsizliğin önlenemeyeceği gün gibi aşikârdır.
Hükümet olarak size düşen en önemli görev, bu kötü tabloyu düzeltmek ve halkı rahatlatmaktır.
Elbette ki muhalefet görevini yapacaktır. Adı üstünde muhalefet… Muhalefetin eleştirileri ne kadar ağır olursa olsun (Ki; bana göre muhalefetin tutarsız eleştirileri yoktur. Meclis’teki müzakereleri izleyen herkes, bu gerçeği görür.); eleştirilere katlanmak ve icabında haklı eleştirilerine ilgi göstermek, iktidarların görevidir. Muhalefetsiz bir demokrasi, hiçbir ülkede yoktur. Tarihen sabittir ki; muhalefetin eleştirilerine katlanamayan iktidarlar, güç kaybederler. Muhalefetin eleştirilerine sert cevaplar veren iktidarlar, durduk yerde halkın zıtlaşmalarına sebep olurlar. Ki; bu zıtlaşmalar, hisleri hâkim kılacağı; aklı, mantığı ve ilmi dışlayacağı sebebiyle, iktidarlar için en büyük tehlikedir.
Sulh, sükûn, huzur ve güven ortamının sağlanmasını arzu eden bir vatandaş olarak, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz etmeyi uygun buldum.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
20 Kasım 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder