Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 14 Kasım 2009
Sayın BAŞBAKAN;
Dün, Meclis’teki konuşmanızı dinledim. Bugün de Malatya’da yaptığınız konuşmanızın televizyonlardan yayınlanan bölümlerini dinledim.
Üzülerek itiraf edeyim ki; konuşmalarınız içerik itibariyle, ne ad verilirse verilsin; tasarladığınız AÇILIMLAR hakkında net bir bilgi vermiyor. Konuşmalarınızın özü, geçmişi kötüleme ve siyasî amaçlı övünmelere dayanmaktadır. Her iki konuşmanızdaki dikkat çeki ifade şöyledir:
“Bu açılım sürecine içeriğini bilmediği için karşı çıkanlar var, onları bilgilendirmek boynumuzun borcu. Bıkmadan usanmadan karış, karış dolaşıp anlatacağız. Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak. Şiddet, şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapanlar var. Hatta şehitler gelsin de biraz daha bağıralım diyenler var.”
Açılım sürecinin içeriğinin bilinmediği doğrudur. Nelerin yapılacağı da belli değildir. Bilgilendirmenin meydanlarda yapılmasının da, siyasî amaçlı bir harekete dönüşeceği ve birtakım zıtlaşmalara sebep olacağı kesindir.
Anlaşılmayan diğer hususlar da, “Bu açılımın sonunda rant kapıları kapanacak” ve “Şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapanlar var. Şehitler gelsin de biraz daha bağıralım diyenler” şeklindeki ifadelerinizdir. Ki; bu ifadeleriniz, bulunduğunuz yüce makamın özü ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca bu ifadeleriniz, geçmişte yaptığınız konuşmalarınızla da tezat teşkil etmektedir. Şöyle ki:
13 Eylül 2009 tarihinde Polatlı’da yaptığınız konuşmanızda şu ifadeleri kullanmışrınız:
“Terör sinsi ve kalleş yüzünü her fırsatta ortaya koymaya devam ediyor. Bugüne kadar nasıl tarihinde görülmemiş bir etkinlikte terörle mücadele ettiysek bundan sonra da asla taviz verilmeden devam edilecektir. Birliğimize, bütünlüğümüze, huzurumuza, kardeşliğimize kast edenlere karşı devlet olarak asli fonksiyonumuzu hakkıyla yerine getirmeye devam edeceğiz. Bazıları çıkıyor diyor ki ’Operasyonlar dursun’. Sevgili kardeşlerim, operasyon terörün olmadığı yerde zaten yapılmaz ki. Operasyon asayişin berkemal olduğu yerde yapılmaz ki. Operasyon, eğer huzur tehdit altındaysa huzuru tehdit edenlere karşı yapılır ve güvenlik güçlerinin görevi de budur. Bunu yanlış tanımlamaya, yanlış anlatmaya da kimsenin hakkı yoktur.
Huzur, sükûnet, suhulet var da operasyon mu yapılıyor? Hayır. Eğer terör sorunu devam ediyorsa, terör sorununa karşı şüphesiz ki güvenlik güçlerinin asli görevi operasyonel olmalarıdır. Askerimizin de görevi budur, polisimizin de görevi budur. Durup dururken bunlar olamaz. Oluyorsa zaten suç işlemiş olurlar. Ama huzurumuz yerinde, asayiş berkemal, o zaman niçin kalksın da güvenlik güçlerimiz operasyon yapsın? Durup dururken başına iş almaya herhalde kimsenin böyle bir hesabı, derdi... Hiçbir yönetici böyle bir şey içerisine giremez. Hiçbir emniyetteki yönetici böyle bir şeye giremez. Askerdeki yönetici de böyle bir şeye giremez, girmez.
Herkes şunu çok iyi bilmeli; devletin görevi, gerek kendisine karşı başkaldıran, insanına silah çeken, illegal, altını çiziyorum, örgütlere yani yasa dışı örgütlere karşı gereken mücadeleyi vermektir. Ülkesini, milletini ve hukuk sistemini korumaktır.”
22 Ekim 2008 tarihinde Diyarbakır’da yaptığınız konuşmanızın bir bölümünde şu ifadeleri kullanmıştınız:
“Terör örgütü kan dökerek bölge halkını sindirmeye çalışıyor. Terör örgütünün son dönemlerde eylemlerini sıklaştırmasına neden olan en temel etken budur.”
Herkes hatırlar:
Diyarbakır gezinizden önce PKK, “Başbakan Erdoğan’ı karşılamaya gidenler hedefimizdir.” açıklamasını yaparak, Diyarbakır halkını korkutmuştur.
Yine, herkes hatırlar:
29 Mart yerel seçimlerinden sonra DTP Milletvekili Emine Ayna, “Yerel seçimler, Kürt sınırlarını çizmiştir.” açıklamasını yaparak, her zamanki gibi, ayrılıkçı niyet ve hedeflerini vurgulamıştır.
Sayın BAŞBAKAN;
Kabul edilsin veya reddedilsin; gerçek, etnik kökeni ne olursa olsun, insanlarımızın arasında ayrılıkçılığın olmadığıdır. Ancak; geçmişte veya bugün, halkı bir birine düşürerek, ayrılıkçı bir hareketi meydana getirmek isteyenler olmuştur ve bugün de vardır ve bunu da, bölgemizde hedef kovalayan dış ülkeler körüklemektedirler. Bunu yapanlar; kendi hedeflerine hizmet edecek misyonerleri de bulmakta zorlanmamışlardır ve zorlanmamaktadırlar. Zira, her ülkenin bir hain kontenjanı vardır. Türkiye’nin karıştırıldığı ve huzursuz edildiği her dönem incelendiğinde; bu gerçek, açık bir şekilde görülür. Bunun böyle olması da, gayet normaldir. Çünkü; Bu önemli ve netameli coğrafyada başkaları, kendi kendine yetersiz ve daima başkalarına muhtaç; “OTUR!” denilen yerde oturan ve “KALK” denilen yerde kalkan; iç ve dış gailelerle boğuşan; huzursuz, mutsuz ve refahı unutmuş bir ZAYIF TÜRKİYE isterler. Şayet Türkiye sulh, sükûn, huzur ve güven ortamı içersinde geçirebileceği 15-20 yıllık bir zaman dilimi yakalayabilseydi; bugün, dünya üzerinde her meselesini çözmüş; hedef kovalayan ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelmesini başarmış; huzurlu, mutlu ve refah içerisinde yüzen çok GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE olurdu.
Terör, iktisadî sıkıntılar sebebiyle zemin bulabilmiştir. İktisadî zaaf, 1983 yılında iktidara gelen Turgut Özal’la başlamıştır. “Yeni dünya” düzeni adı verilen küreselleşme benimsenerek, özelleştirme hareketleriyle, yurt sathında yaygın bir şekilde faaliyet gösteren iktisadî teşekküller (Süt Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayii, Etibank ve Sümerbank’a ait iktisadî birimler, Ziraî Donatım, Gübre Sanayi) ile hem üreticilerin ve hem de tüketicilerin teminatı olan Birlikler, tasfiye edilmiş veya işlevsiz hale getirilmiştir. Bu sebeple de, yurt genelinde tarım ve hayvancılık faaliyetleri çökmüştür. Bunun yanında devlet yatırımları da askıya alınmıştır. Madencilik ve metalurji alanlarındaki faaliyetler durdurulmuştur. Çinko-Kurşun, Ferro-Krom alanlarındaki yatırımlara devam edilmemiş ve bu kuruluşlar tasfiye edilmiştir. Divriği demir madenleri varken, başlatılan Sivas Demir-Çelik tesisleri yatırımları durdurulmuş ve proje tasfiye edilmiştir. Örnekler o kadar çoktur ki; bu satırlara sığdırılamaz.
Şimdi; siyasî iktidar olarak bu konulara eğilmek ve çözümler aramak varken; henüz daha içeriği açıklanmayan ve nasıl bir çözümün getirileceği bilinmeyen AÇILIMLAR hususunda meydanlara çıkarak, gerginlik yaratacak bir hareket başlatmak, arzu edilen HUZUR ORTAMINI sağlamayacaktır. Hele; ülkenin idaresinde söz sahibi ve etkinliği olmayan muhalefet partilerinin hedef alınması, açılım sürecini engellemekle suçlanması, gerginlikleri alabildiğine arttıracaktır. Zira; ortaya koyacağınız her AKSİYONA, siyasetin icabı olarak bir REAKSİYON konacaktır. Bütün vatandaşların AKP’li olması mümkün olamayacağına göre; doğru veya yanlış bütün sözleriniz, tepki doğuracak ve zıtlaşmalara sebep olacaktır. Vatandaşlar, “Çözüm için bir plân veya öneri getirdiniz de mi, muhalefet engellemektedir?”sorusunu, haklı olarak soracaklardır. Bir taraftan “Çözüm yeri Meclis’tir.” sözünüzü hatırlayanlar, meydanlara inişinizin sebeplerini, haklı olarak sorgulayacaklardır. Herhalde; bütün vatandaşlardan “Türkiye, seninle gurur duyuyor.” sloganını atmalarını bekleyemezsiniz.
Evet; bugün, iktidarda bulunmanız sebebiyle DEVLETİN GÜCÜNE sahipsiniz. Ama, unutulmamalıdır ki; GÜÇ, avuç içine alınan bir kum gibidir. Sıktıkça, parmaklar arasından akıp gider. Hüner; eldeki gücü âdil, dengeli ve bütün vatandaşları kucaklayacak şekilde kullanabilmektir.
Birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz bir zamanda, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
14 Kasım 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder