12 Kasım 2009 Perşembe

Sistem değişmemiştir.

Sayın Emin Çölaşan
Hürriyet Gazetesi Yazarı
Ankara 29 Nisan 2001


Sayın ÇÖLAŞAN;


29 Nisan 2001 tarihli ve “Çağlar olayının diğer yanı” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Doğru ve akılcı bir yazı yazdığınız için sizi, kutlarım. Zira; günümüzün yazarları genellikle, günlük spekülasyon ve sansasyonlarını ön planda tutarak, kamuoyunu yanlış yönlendirmektedirler. Sistemin sakatlığını ve yanlışlığını ortaya koyacaklarına; kişilere takılarak, sosyal huzuru bozacak şekilde kamuoyu oluşturmaktadırlar.


Bilinmelidir ki; Türkiye, 20 yıldan beri yanlış para ve ekonomi politikaları ile yönetilmektedir. Bu yanlışlık sebebiyle Türkiye’nin ekonomisi yapı değişikliğine uğrayarak üretkenlikten uzaklaşmış ve rant ağırlıklı bir eksene oturtulmuştur. Bu dönemde topyekûn kalkınma unutulmuş; sosyal dengeler gözetilmemiş; sadece finans kesiminin çıkarları ön plânda tutulmuştur. Bu zaman zarfında nice kuruluşlar batmış; tarım ve hayvancılık yere serilmiş; esnaf ve sanatkârın önemi ihmal edilmiş; gelirdağılımı adaletsizleşmiş; toplumun belkemiği konumundaki orta tabaka, yok edilmiştir.


Gelişmiş Batı ülkeleri, reel ekonomi alanında faaliyet gösterenleri alabildiğine desteklerken; ülkemizde, bu alanda faaliyet gösterenler, alabildiğine ezilmişlerdir. Dolar ticareti yapanlar, parasını faize yatıranlar, kur-faiz makasında yaratılan rant sistemi sebebiyle Devlet İç Borç senetlerine oynayanlar; ellerini, soğuk sudan sıcak suya sokmadan; yatarken, uyurken, eğlenirken, gezerken, tatil yaparken, büyük kazançlar sağlamışlardır. Buna karşılık; yatırım yapan, istihdam yaratan, üreten kesimler, alabildiğine sıkıntı çekmişler; sıkıntı bir yana; tıkandıkları zaman; üçkağıtçı ve sahtekâr konumuna düşürülmüşlerdir. Cavit Çağlar ve benzer konumda olanlar gibi...


Bu gerçek, Ali Şen ve Ali Osman Sönmez tarafından gayet veciz bir şekilde dile getirildiği halde, kimse uyanmamıştır.


Ali Şen ve Ali Osman Sönmez, defalarca şu açıklamada bulunmuşlardır:


“Sanayiciliği bıraktığımızdan beri gayet rahatız. Çünkü; paralarımızı banka faizine yatırdık ve gayet iyi kazanıyoruz. İşçi derdimiz, üretim derdimiz, finans sıkıntımız, hammadde derdimiz ve satış problemlerimiz kalmadı.” Hatta Ali Osman Sönmez, biraz daha sosyal davranarak, “Fabrikalarımı kapattığım halde işçi çıkartmadım. İşçilerin ücretlerini, elde ettiğim faiz gelirleriyle gayet rahat ödüyorum.” diyerek, mevcut sistemle alay etmiştir.


Sayın Çölaşan;


Ülkeyi idare edenler, ekonomi denince akıllarına, sadece ve sadece finans olayını getirmişlerdir. Bu anlayış ve uygulama biçimi, Pozitif reel faiz gibi rant kapılarını ardına kadar açan bir sevda getirmiştir. İktisat ilminin temel kuralı bellidir:


Üretmeyen veya yeterli seviyede üretim yapamayan ekonomilerde, pozitif reel faiz uygulaması; her şeyden önce bankacılık sektörünü batırır ve ekonominin bütün dengelerini bozar.


Ülkeyi yöneten siyasetçi ve bürokratlar, bu temel gerçeği, 20 yıldan beri yok farz etmişlerdir. Tele-vole iktisatçıları ise; gerçeği gayet iyi bildikleri halde, kendi çıkarları için sessiz kalmışlardır.
Bu vurdumduymazlık, Türkiye’yi çaresiz bir duruma düşürünce; bu akıldâneler, kamuoyunun zihnini karıştırmak için suçlu yaratmışlardır.

Bankacılık sisteminin çöktüğünü göremeyenler veya görmek istemeyenler, zordaki bankalara elkoyulunca, işlerin düzeleceğini zannettiler. Elkoyma ile devletin yükünün daha da artacağını hesap edemediler. İşte rakamlar ve gerçekler:

1999 yılı sonunda iç borç stoku, 23 katrilyon lira dolayında idi. Bu borç, 2000 yılı Kasım ayında 32 katrilyon liraya ulaşmıştı. Bugün iç borç stoku, 51 katrilyon liraya ulaştı. Yıl sonunda 100 katrilyon liralık bir iç borç stokuna ulaşacağımız kesin gibidir. Neden? İşte nedeni:

Kasım krizinden sonra Hazine, fon yönetimine geçen bankalarla, kamu bankalarına destek vermek için, 17 katrilyon liralık Devlet tahvilini piyasaya sürdü. İç borç stoku, birden bire 51 katrilyon liraya yükseliverdi. Fon yönetimine geçen bankalara 2000 yılı sonunda 4 katrilyon liralık tahvil daha verildi. Bu bankaların rahatlaması için, 5 katrilyon liralık bir desteğe daha ihtiyaçları vardır.

Kamu bankalarına şimdiye kadar 13 katrilyon liralık tahvil verildi. Bu bankaların 16 katrilyon liralık daha desteğe ihtiyaçları vardır.
Bankacılık sisteminin döviz açık pozisyonu, 30-35 milyar dolar civarındadır. Bankacılık sistemi, bu yükün altından kalkamaz. Devalüasyondan sonra sistemin yükü, daha da artmıştır. Sistemin tam anlamıyla çökmemesi için devlet, bankacılık sistemini, bundan sonra da desteklemek zorundadır. Bu destek, 50-60 katrilyon liradan daha az olmayacaktır. Yani; iç borç stoku, 100 katrilyon lirayı aşacaktır. Bu kadar büyük bir iç borcun faizini bir düşününüz. Acaba ortada, reel ekonomi diye bir şey kalır mı?
Aslında; bankacılık sistemi, 1989 sonlarında çökmeye başlamıştı. Ama; sistemi ayakta tutmak için icat edilen iç borç mekanizması, bu çöküntüyü, bugüne kadar gizlemiştir. Yani; Devlet, haksız yere bankaları desteklemiştir. Devamlı surette Merkez Bankası, bankaları fonlamıştır. Bankalar, düşük faizle aldıkları paraları, yüksek faizli devlet iç borç senetlerine yatırarak büyük rantlar sağlamıştır. Bu tatlı kârın cazibesine kapılan banka yöneticileri, sistemin çökeceğini hiç düşünmemişlerdir. Bilhassa sıcak para hareketine imkân bulan bankalar veya finans çevreleri, sistemi iyice yozlaştırmıştır. Kesin çöküş, Merkez Bankası’nın desteğini alamayan veya sıcak para hareketine imkân bulamayan bankalarla başlamıştır. Bugün, Merkez Bankası bankacılık sistemini fonlamasa; hiçbir banka, ayakta kalamaz.

Ne yazık ki; faiz ve dolar ticaretiyle büyük rantlar elde eden ve bu tatlı ranttan asla vazgeçmeyen azdan az bir kesim, Türkiye’yi tıkamıştır. Tabir caizse Türkiye; finans ve bankacılık kesimiyle, Türkiye’nin ekonomisine istek ve çıkarları doğrultusunda yön vermesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 holdinge esir edilmiştir. Bu çarpık sistemin yaşatılmasında; siyasi iktidarların yanında, Hazine ve Merkez Bankası yöneticilerinin de sorumluluğu vardır. Çünkü; DÖVİZ-FAİZ-BORSA üçgeninden ibaret olan müthiş bir RANT sistemini yaratmışlardır. Uygulamaya koydukları yanlış ekonomi ve para politikaları sebebiyle Türkiye’yi zora sokmuşlardır.

Kurtarıcı olarak görev alan Kemal Derviş de, bu yanlış politikalara devam edileceğinin işaretlerini vermektedir. Çırpınışı, bankaların açık döviz pozisyonları içindir.

- Döviz ticareti devam edecektir.


- Kur-faiz makasında yaratılan rant devam edecektir.


- Tahtakale ve döviz büfeleri, yine Merkez Bankası’nın rakibi olarak çalışacaktır.


- Ekonominin ihtiyacı olan Tl., yine piyasaya sürülmeyecek ve ekonominin ihtiyacı olan kredi hacmi düzenlenmeyecektir.


- Reel ekonomi yine, nal toplayacaktır.



Bu durum karşısında; Cavit Çağlar’ın başına gelen, pek çok müteşebbisin de başına gelecektir. Zira; hiç gereği yokken yapılan 21 Şubat devalüasyonu, Türkiye’yi, 10 yıl geriye götürmüştür. Esasen, can çekişen reel sektör, daha da zora düşecektir.
20 yıl zarfında doların, Türk parası karşısında 15 bin kat pahalılaştığı bir ülkede, başka ne olabilirdi ki?

Kısacası Türkiye; dünya pazarlarındaki rekabet gücünü iyice kaybetmiştir. Zaten; gelişmiş Batı ülkelerinin isteği de, buydu. Başkalarına tabi ve muhtaç bir Türkiye, Gelişmiş Batı ülkelerinin hedefidir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


Not: Kamuoyunu doğru bilgilendirenler ve Türkiye’nin gerçeklerini,


olması gerektiği biçimde dile getirenler, ülkenin muhtaç olduğu kişilerdir.


Kalemlerini kaos yaratmak ve zihinleri bulandırmak için kullananlar ise,


Bu ülkenin düşmanlarıdır.

Hiç yorum yok: