15 Kasım 2009 Pazar

Doğru Olan Nedir?

Sayın Bülent ARINÇ
Devlet Bakanı Ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 14 Ekim 2009


Sayın BAKAN;


Burdur’un Gölhisar İlçesi’ne bağlı Yusufça Beldesi’nde vatandaşlara hitap ederken konuşmanızın bir bölümünde;

“Eğer iddianamelerde bahsi geçen işlerin yüzde 10'u başka bir partinin başına gelseydi yerinde yeller eserdi. Bizim başımıza çok şeyler geldi ama hamdolsun dimdik duruyoruz, bir yere kıpırdamadan duruyoruz. Çünkü bu hükümetin başında, bu partinin başında, birisi öksürdüğü zaman arkasına bakmadan kaçan, birisi aksırdığı zaman şapkasını alıp giden, birisi kaşını çattığı zaman (eyvah bana eyvallah) deyip kaçan birisi yok. Neler görüyor bu millet. Arkasına bakmadan kaçanları gördü. Ama iktidarın başında, bu Hükümetin başında sadece Türk milletinin, milyonların sevdasını alan bir Başbakan değil, Davos'ta dünyanın en büyük zalimine, “Sen zalimsin” diyebilen bir başbakan var.” ifadelerini kullandığınızı, televizyonların haber bültenlerinden üzülerek ve biraz da hiddetlenerek dinledim. Sebebine gelince:

Maruz kaldığımız iç ve dış husumetler sebebiyle birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz bir dönemde; yılların siyasetçisi olan, Meclis Başkanlığı yapmış ve şu anda Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevlerini yürüten sizden, bu denli ölçüsüz, mesnetsiz, tutarsız ve tahrik edici sözleri duymak; ümit kırıcı, şevk ve heyecanı ortadan kaldırıcı ve fanatik partilileri şımartıcı bir talihsizliktir.

Değer miydi?


Açık ifade etmekten imtina ettiğiniz kastınız, 12 Mart 1971 müdahalesi ve 12 Eylül 1980 İhtilâli’dir. 12 Mart 71’in üzerinden 38 yıl, 12 Eylül 80’in üzerinden 29 yıl geçmiştir. Bugün 55 yaşında olanlar 1971’i, 45 yaşında olanlar 1980’i, yarım yamalak değerlendirecek şekilde hatırlayabilirler. Aradan geçen zaman zarfında, o günlerde meydana gelen olayların sebepleri, içyüzleri ve oluş şekilleri, bu millete iyi anlatılmadığı ve akılcı ölçüler içerisinde değerlendirmeler yapılmadığı için olaylar, daima siyaset malzemesi yapılmıştır. Süleyman Demirel’e atfedilen “Şapkasını aldı da gitti” sözünün mucidi, 12 Mart 1971’de İsviçre’ye kaçan ve 1973 seçimlerinden önce, 12 Mart Muhtırası’nda imzası bulunan günün Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un, Adalet Partisi’nin tekrar iktidara gelmemesi içn verdiği teminatla Türkiye’ye gelen ve Millî Selâmet Partisi’nin başına geçen ve de bugün dışladığınız lideriniz Necmettin Erbakan’dır.

Geçmişe fikren bir seyahate çıkmanızda fayda vardır. Hatırlayınız o günleri: 1977 yılı ortalarından itibaren Türkiye’de sokaklar tekrar hareketlenmişti. Sokak hareketleri, giderek anarşi ve teröre dönüşmüştü. Ülkenin her tarafında anormal işle oluyordu. 1978-1979 yılları, kanlı olaylara sahne olmuştu. Millî eğitim ve emniyet teşkilâtları ikiye bölünmüştü. Adâlet Partisi hariç, her partinin gençlik teşkilâtları, anarşi ve terör olaylarına bulaşmışlardı. Millî Selâmet Partisi’nin gençlik teşkilâtı olan Akıncılar, din eksenli faaliyetlerini genişletmişlerdi. Urfa civarında Apocular, resmen silâhlı çatışmalar başlatmışlardı. Kahramanmaraş ve Çorum olayları ile başlayan feci olaylar, herkesi tedirgin edecek derecede yurt sathına ve bilhassa büyük şehirlere sıçramıştı. Fabrika işgalleri, yol kesmeler, büyük şehirlerde oluşturulan kurtarılmış bölgeler, sıkıyönetime rağmen şehir içindeki çatışmalar, büyük bir tedirginlik yaratmıştır. Yaygınlaşan anarşi ve terör, bir kaos ortamı doğurmuştu. Kimin tarafından tertiplendiği, bugün dahî iyi bilinmeyen Konya mitingi, bardağı taşıran son damla olmuştu. Ve neticede bu kaos ortamı, 12 Eylül İhtilâli ile neticelenmişti. Bazı siyasî parti liderleri ve üst kademe yöneticileri tutuklanmış, bazı siyasî parti liderleri sürgüne gönderilmişti. “Şapkasını aldı ve gitti” sözünün patent sahibi Necmettin Erbakan da, tutuklananlar arsındaydı. Normal siyasî hayata dönülünce de, her nedense; bazı kişiler, bütün faturayı, Süleyman Demirel’e kesmekten vaz geçmediler ve Şapkayı, siyaset malzemesi olarak kullanmaya devam ettiler.


28 Şubat sürecinde siz parlâmentoda idiniz ve partiniz iktidarda idi. 28 Şubat süreci bir askerî müdahale olmadığı halde hükümeti ayakta tutamadınız ve “Baskılara dayanamıyorum” diyerek, istifa eden Başbakan Necmettin Erbakan’ın istifasını engelleyemediniz. Bugüne kadar da bu baskıların nereden geldiğini, Hükümet ortağınız Tansu Çiller’in ne yapmak istediğini ve hangi dayatmalarla karşınıza çıktığını, açık bir şekilde kamuoyuna açıklayamadınız. Hangi şartlarda ve hangi tavizlerle hükümet olduğunuz da, sır olarak kaldı. 1995 seçimlerinden evvel ve sonra “Refah Partisi ve Necmettin Erbakan PKK’dan daha tehlikelidir.” açıklamalarını yapan ve Refah Partisi ile koalisyon hükümeti kurmak için çalışmalar yapanlara şiddetle karşı çıkan Tansu Çiller’le kurduğunuz hükümeti, niçin devam ettiremediğinizi, hiçbir zaman açıklayamadınız.


Sayın BAKAN;


Bugün, olmayan ve olması mümkün olmayan bir “darbe öcüsü” yaratarak, meydanlarda, salonlarda, oluşturduğunuz “Siyaset Akademilerinde” ölçüsüz ve tedirgin edici konuşmalar yapmanızın bu ülkeye, bu millete ve patinize bir faydası olmaz. Bu tarz hareketlerle, sadece ve sadece halkın zıtlaşmasına ve kutuplara ayrılmasına sebep olursunuz. Öyle bir an gelir ki; sizler de, yarattığınız “Öcüden” korkar durumuna düşersiniz. Ve şu gerçeği veya ihtimali gözden uzak tutmamalısınız:


Türkiye’yi karıştırmak, huzursuz etmek ve gerçek hedeflerinden uzaklaştırmak, başkalarının elindedir. Türkiye’nin siyasî tarihi iyi incelendiği takdirde bu gerçek, gayet açık bir şekilde görülür. Sovyet Bloku dağılıncaya kadar Türkiye; Türkiye’yi komünist yapmak isteyen Rusya ve Çin’in; daima kendilerinden yana hükümetler arzu eden Batı ülkelerinin mücadele arenası haline getirilmişti. Kürt, Ermeni, Alevi ve Kıbrıs sorunları, Türkiye’yi karıştırmak, zora sokmak ve taviz veren bir ülke haline getirmek için, başta Amerika olmak üzere bütün Batı ülkelerinin yarattığı YAPAY SORUNLARDIR. Halk ayırımcılık ve kavga peşinde değildir. Halkın, kendi arasında bir problem de yoktur. Halk, kavga içinde de değildir ve barış içinde yaşamaktadır. Kimsenin, kimseye yan baktığı da yoktur. Halkın asıl derdi, iktisadî durumun bozukluğudur, geçim sıkıntısıdır, işsizliktir, fukaralıktır ve çaresizliktir. Halk, ağır bir borç yükü altında inlemektedir. Asıl göreviniz, halkın bu dertlerine eğilerek çare bulmaktır. Üzülerek ifade edeyim ki; siyasî ortamın sağladığı imkânlara, fırsatlara ve desteklere rağmen ülke idaresini, halkı rahatlatacak, refaha ulaştıracak ve dertlerini unutturacak şekilde başaramadınız. “Gölge avına” çıkarak halkı oyalamanın, yanlış yönlendirmenin ve korkutmanın, size bir faydası olmaz.


Bu sebeple; bu gerçeği görerek, bilerek ve kabullenerek, halkı zıtlaştırıcı değil, halkı bütünleştirici konuşmalar yapmanızda ve bu istikamette bir politika izlemenizde sayısız faydalar olduğunu hatırlatmak için, demokratik haklarımı kullanarak bu mektubumu yazdım.


Dikkate alacağınıza inanmaktayım.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: