6 Kasım 2009 Cuma

Fitne ve fesat, veba mikrobundan da tehlikelidir.

Sayın Mehmet YILMAZ
Zaman Gazetesi Yazarı
İstanbul 6 Kasım 2009


Sayın YILMAZ;


6 Kasım 2009 tarihli ve “Karargâhtaki ‘Derin Gırtlak” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın giriş bölümünde;


"İhbarcı" ya da "muhbir" subay diyorlar ondan bahsederken. Niçin? AK Parti hükümetini devirmeyi, Gülen Hareketi'ni silahlı terör örgütü gibi göstermeyi ve Alevî-Sünnî çatışmasını çıkarmayı hedefleyen Dursun Çiçek imzalı millete komplo belgesinin orijinalini Ergenekon savcılarına gönderdiği için… Meçhul subay, gönderdiği ikinci mektupla yeniden gündemde…


Meşum plânı hazırlayanların kara propagandaya devam ettiğini, aynı ekibin "millete ve hükümete komplo" belgesi ile birinci mektubun muhtevası üzerine "güvensizlik" damgası vurmak için yeni projeler geliştirdiğini ileri sürüyor.” ifadelerini kullanarak, kendi aklınızca, herkesi kandıracağınızı zannetmektesiniz.

Bu hareketinizle, “Hukuk Devleti” kavramını çiğnediğinizi bilmemenize, ihtimâl verilemez.
Meçhul bir kişinin gerçek olup, olmadığı henüz daha bilinmeyen bir konuda açıkgözlük yaparak kamuoyunu etkilemeye çalışmak ve halkı tahrik etme gayretine girmek; akla, mantığa, ilme ve vicdana aykırı düşen büyük bir insafsızlıktır.


İşin garip tarafı da şudur:


İktidarı destekler görüntüsü veren ve kamuoyunca iyi bilinmeyen, “Gülen Cemaati” adı verilen oluşuma ait olan bütün görsel ve yazılı medya kuruluşları ile, şimdilik, iktidar yanlısı bir çizgide yayın yapan medya kuruluşları, aylardan beri, sanki bir merkezden emir almışlar gibi, Taraf Gazetesi tarafından ortaya atılan iddiaları doğru kabul ederek, ülkenin en önemli kurumu olan Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef seçmişlerdir. İddialara da, "AKP iktidarını ve Gülen Cemaati’ni bitirme plânı” ibaresi eklenmiştir.


Dikkat ediyorum da, bu iddiaları ortaya atanlar, “Henüz daha mahiyeti bilinmeyen ve kimler tarafından ve ne maksatla ülkenin gündemine getirilen bu iddia belgesine GÜLEN CEMAATİ’ni, kim ve ne maksatla ekledi?” sorusunu, hiçbir zaman sormamışlardır.


Siyasî iktidarlar, dünyanın her yerinde ve her zaman birtakım iddialara, isnatlara, tertip ve hilelere muhatap kalabilirler. Çünkü siyasî iktidarlar, sadece ülke içinden değil, dünya siyasetinin icabı olarak, ülke dışındaki ülkelerin de husumetlerinin hedefi olabilirler. Bu durum karşısında siyasî iktidarların kendilerini savunma hakları ve daima, hesap verme mecburiyetleri vardır. Seçimleri güzel ve şart kılan husus da budur.


Bu hususta akıl karıştıran ve tereddüt yaratan husus, “GÜLEN CEMAATİ” nin savunulması ve komploya maruz kaldığının iddia edilmesidir. Zîra; Gülen Cemaati hakkında yeterli bilgi yoktur. Bu cemaatin her kademedeki yöneticileri, kamuoyu tarafından ve hatta cemaate mensup samimi insanlar tarafından dahî bilinmemektedir. Devletin kayıtlarında olup olmadığı da belli değildir. Her sivil toplum kuruluşunun devlette kaydı vardır ve her kademedeki yöneticileri, devletçe ve kamuoyunca bilinmektedir ve de bütün faaliyetleri, denetime tabidir.


Merak edilir:


“Gülen Cemaati” adı verilen oluşum nedir? Cemaatçilik, bir zümrenin kendisini toplumdan tecrit etmesi anlamına gelir. İşin özünde “Bizden olanlar ve bizden olmayanlar” ayrılacağı vardır. Böyle bir oluşum, bizim toplum yapımıza uyar mı? Böyle oluşumların devlette kayıtları olması gerekmez mi? Böyle bir oluşumun tepe noktasındaki ve her kademedeki yöneticilerinin, varsa dış bağlantılarının kamuoyunca bilinmesi gerekmez mi? Faaliyetlerinin, teşkilât yapısının ve malî kaynaklarının bilinmesi icap etmez mi? Kimin neyi, niçin ve nasıl yaptığının bilinmesi şart değil midir? Açık toplumda “Kapalı oluşumların” yeri olabilir mi? Bir yere aidiyet, devletin kurumlarını reddetmek veya kurumların, aidiyet ölçülerine göre şekillendirmek hakkını verir mi?


Sayın YILMAZ;


Gençlik yıllarımdan beri Türkiye’yi çok iyi izleyen, olayları, hislerden âzâde yorumlamasını başaran; aklı, mantığı ve ilmi hakem yaparak değerlendiren; her birinizle tartışacak derecede yüce ve evrensel İslâm Dini’ni iyi bilen ve inançları gayet kuvvetli olan bir kişiyim. Buna rağmen “Fethullah Gülen Cemaati” adı verilen oluşum hakkında yeterli bilgi edinemedim. Zaman, zaman Fethullah Gülen Hocayı, Samanyolu Televizyonunda dinliyorum. Kendisinde derin bir bilginin olmadığını, büyük bir teşkilâtı yönetecek kabiliyetinin bulunmadığını görüyorum. Kendisinin, bir sembol olarak kullanıldığını zannediyorum. Bu sebeple de; bu cemaatin tepedeki ve her kademedeki yöneticilerini, büyük bir hiyerarşik düzen içinde çalışan teşkilât yapısını, emir-komuta zincirindeki düzenin nasıl sağlandığını, büyük bir maddî gücün nasıl oluşturulduğunu merak ediyorum.


Bugüne kadar hiç kimseden yeterli bilgi alamadım. Evet; zaman, zaman tanıştığım cemaat mensubu kişilerden bilgi almaya çalıştım. Ama, verilen bilgiler, beni tatmin etmedi. Örnek: oluşan maddî gücün kaynağı hakkında sorduğum soruya, “Cemaat, Zekât Havuzları oluşturdu.” cevabı, bana uygun gelmedi. Şayet, Zekât Havuzları oluşturulmuşsa; bu, İslâmın Zekât Müessesesine aykırıdır. Zîra; Zekât, kişiden kişiye, doğrudan yapılan bir maddî ibadettir. Yani; Zekât verenle, Zekât alanın karşı karşıya gelmesi mecburidir. “Ben Zekâtımı havuza vereyim de başkaları, benim adıma hayır işlesin.” kabulleniş ve uygulaması, İslâm’ın ruhuna aykırı bir BİD’AT’ dır.


Bu gerçekler tahtında “Fethullah Gülen Cemaati” nin, siyasî bir oluşum olduğuna inanıyorum. Hem de bu oluşumun, halkın din duygularını istismar ederek, siyasî amacını gerçekleştirmek için çalıştığını kabul ediyorum. Bu inanç ve kabullenişime itirazınız olacaksa; inanç ve kabullenişimi düzeltmek için bana, cemaat hakkında yeterli bilgi ve belge vermelisiniz. Aksi halde Ahlâka ve Adâlete aykırı yayınları, bilerek yaptığınıza inanmak zorunda kalacağım. Maksadımı, Ömer Bin Abdülaziz’in, şu muhteşem sözlerine dayanarak açıklamak istiyorum:


“Ahlâk çekilirse, alem-i insaniyetten çekilirse; beşer, kendi eliyle yarattığı DEHŞETLERE esir olur. Ahlâk çekildikten sonra insanlara BENLİK hâkim olur. Bu da, MERHAMET ve ADÂLETİ ortadan kaldırır. Bu boşluğu da, her alanda ZULÜM doldurur.”


Ayrıca; yaptığınız yayınlarla tefrika yarattığınızı hatırlatmak istiyorum. Sizler, belirli bir merkezden alınan emirlerle değil; şayet, gerçek anlamda inanıyorsanız, Kur’an’ın emirlerine göre hareket etmek zorundasınız. Bunu için de Enfal Suresi’nin 46.cı Ayeti’ni, her sabah okumalısınız. İşte Ayet’in meali:


“Allah ve resulüne itaatten ayrılmayın, birbirinizle çekişmeyin.-sonra içinize korku düşer, devletiniz elden gider- Ve sabırlı olun; çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.”


Tarihin, hiçbir döneminde tekzip edilemeyen gerçeği de bellidir ve bilinmektedir:


Tefrikalar, ihtilâflar, kavgalar içinde çalkalanan, fertleri birbiriyle boğuşan milletler, harice karşı mevcudiyetlerini muhafaza edemezler.


Tavsiyem de şudur:


Meçhul kişilerin, hangi maksada ve hangi hedefe yönelik olduğu bilinmeyen ve hangi yalan tezgâhında dokunduğu belli olmayan iddialara sığınarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef almaktan vazgeçiniz ve sabırla, soruşturmaların sonucunu bekleyiniz. Zîra; Tefrikaya sebep olmak ve tefrika yaratmak, Allah’ın asla affetmeyeceği büyük bir suçtur. Hele bu suç, hatır için işlenirse; bu, günahların en büyüğü olur.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: