Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 27 Ağustos 2009
Sayın BAŞBAKAN;
“Ulusa sesleniş” konuşmanızı dikkatle dinledim. Konuşmanızın bir bölümünde söylediğiniz, şu sözleriniz, dikkat çekicidir:
“ Bizim bu açılımdan muradımız, bu ülkede yaşayan herkesin; ama herkesin, kendini özgürce ifade edebileceği demokratik ortamı tesis edebilmektir. Demokratik bir açılım gerçekleştirelim derken, sadece doğu demiyoruz, sadece batı demiyoruz, sadece kuzey veya güney demiyoruz, bu ülkeyi topyekûn ele alıyor, nerede bir insani sıkıntı varsa devlet orada olsun, o sıkıntıyı gidersin diyoruz. Nerede adaletsizliğe uğramış bir insanımız varsa hukukun şaşmaz terazisi orada kurulsun diyoruz. Bu ülkenin nimetleri de, külfetleri de hakça paylaşılsın diyoruz. Hakkaniyetin ölçüsü nerede şaşıyorsa hep birlikte bunu düzeltelim diyoruz. Devletin görevi, kim olduğuna, nerede yaşadığına bakmadan vatandaşına hizmettir diyoruz. Bizim demokratik açılımdan kastımız, bu genişlik ve bu bütünlük içindedir.”
Üzülerek ifade edeyim ki; bu sözleriniz, bugün için bir temenniden ibaret kalır. Sebebine gelince:
1-Aradığımız, ihtiyacımız olan ve özlemini çektiğimiz “DEMOKRATİK ORTAMIN TESİSİ”, ancak ve ancak, SİYASÎ PARTİLER VE SEÇİM KANUNLARININ, gerçek bir demokrasinin ruhuna uygun bir şekilde düzenlenmesiyle sağlanır. Bu düzenleme başarıldığı takdirde halk sistemin içine dâhil olacak ve yanlış işler yapanların yakasına yapışarak, “NE HAKKIN VAR?” demesini başaracaktır.
2-Şu da bir gerçektir ki: Bugün, zayıflar, kuvvetlilerden haklarını serbestçe alamamaktadır. Örnekler:
Siz, parlak konuşmalar yaparken, Boğaz Tüp Geçidi (Raylı sistem) Projesinde yükümlü taşeron firmanın çalışanları, 4 aydan beri ücret alamadıkları için direnişe başlamışlar ve işi bırakmışlardır. Yani; sebebi ne olursa olsun, sorumlusu kim olursa olsun, çalışanların hakları gasp edilmiştir.
Aynı şekilde memur ve ücretliler, 2010 yılı için ücretlerine yüzde 2+2 zam öngörüldüğü gerekçesiyle feryat halindedirler ve seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar.
3-Bir hafta evvel, 87 yaşındaki ve ayağı kırık olduğu için yürüyemeyen bir yakınım (annem), kardeşimin Kefken’deki evinde kalp krizi geçirdi. Kandıra Devlet Hastanesine götürmüşler; hastanenin kardiyoloji bölümü ve Kardioloğu olmadığı için hastaneye kabul edilmemiş ve Adapazarı Yenikent Devlet Hastanesine götürülmesi tavsiye edilmiş. Hastanın nakli için ambulans talebi, “Mevzuat uygun değildir.” diye reddedilmiş. Belediyeye müracaat etmişler. Belediye de, “İl dışına ambulans gönderemiyoruz.”diye taleplerini reddetmiş. Neticede hasta, güçbelâ bir taksi ile Yenikent Hastanesine nakledilmiş.
Bu gelişmeler, DEVLETİN, gerçek anlamda bir SOSYAL REFAH DEVLETİ olamadığı gerçeğini ispatlamaktadır.
Bu üç örnek, hakkaniyetsizliğin, adâletsizliğin, devlet hizmetinin yetersizliğinin bir ölçüsü değil midir? Vatandaşlar, buna benzer olaylarla her gün karşılaşmaktadırlar ve seslerini duyuracak makam ve zemin bulamamaktadırlar. 7 yıldan beri ülkeyi idare ettiğinize göre; bu külfetleri, hangi mazerete sığınarak açıklayabilirsiniz? Ve en önemlisi; buna benzer ihmalleri, ölçüsüzlükleri, adâletsizlikleri ve hakkaniyetsizlikleri, çekinmeden ve düzgün bir şekilde size bildiren kimseler var mıdır?
Sayın BAŞBAKAN;
Batı demokrasilerinde hem vatandaşın, hem devlet organlarının hakları, yetkileri, yükümlülükleri doğru ve açık bir şekilde tespit olunmuştur. Herkesin üstüne düşen görevi mutlaka ifa edeceği de, inanç haline gelmiştir. Kaideler konmuştur. Doğru konmuştur. Görev, herkese göre değişmez. “Görevin ifa edilmesi bir hesap sorma” sebebi değil, ifa edilmemesi “hesap sorma” sebebidir. Kaide dışına çıkan kim olursa olsun, “ne yapıyorsun, ne hakla yapıyorsun?” sesi, koro halinde yükselir. Devlete sahip olmak, devlete ve rejime sadık olmak, herkesin en önemli görevidir. Yani; gerçek bir demokrasi, “TEK ADAM” anlayış ve kabullenişine göre değil, düzgün işleyen bir “SİSTEM” anlayışı esasına göre kurulur.
Bu esas gözetilmediği ve kabullenmediği takdirde; hem idare edenler ve hem de idare edilenler rahat edemezler; en basit meseleler karşısında dahî, bunalıma girerler. Ne yazık ki Türkiye, 29 yıldan beri gerçek bir demokrasiden uzaklaştığı için devlet, ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre işletilememektedir. Bu sebeple de HAK ve VAZİFE kavramları unutulmuştur. Vazifesini yapmadığı halde hak talep edenler veya vazifesini yaptığı halde hakkını alamayanlar çoğalmıştır. Bu da, geniş halk kitlelerinin memnuniyetsizliğine ve perişanlığına sebep olmuştur. Ve Türkiye, tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRAT bir ülke haline getirilmedikçe; hiçbir program, hiçbir açılım ve hiçbir tedbir, meselelerimize çözüm ve çare getirmeyecektir.
Ülke meselelerini dikkatli ve yakından takip eden bir vatandaş olarak demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
27 Ağustos 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder