Sayın Süreyya Serdengeçti
Merkez Bankası Başkanı
Ankara 1 Haziran 2001
Yürürlüğe koyduğu yanlış para politikaları sebebiyle Döviz_Faiz_Borsa üçgeninden ibaret bir rant sistemi yaratarak, milleti fakirliğe mahkum eden ve Türkiye’yi müthiş bir borç batağına iten Merkez Bankası’nın başkanı olarak reklamınızı yapan medyada boy göstermenizi, yakışıksız buluyorum. Çünkü; sözleriniz tutarlı değil ve rant ekonomisinden vazgeçilmeyeceğinin işaretlerini taşımaktadır.
İşte; 1 Haziran 2001 tarihli Sabah Gazetesi’nde söylediğiniz sözler:
“İç borçları çeviririz”
“Rahatlıkla döviz satarız.”
“Faiz silahını kullanırız.”
“İç borçlanmayı, sağlanan dış borcun da katkısıyla sürdüreceğiz ve zor dönemleri aşacağız.”
“Kurda aşırı dalgaya müdahale ederiz.”
“Kur riskini vadeli işlemler azaltacaktır.”
“Faizlerde kademeli düşüş öngörüyoruz.”
Sayın Başkan;
İşaret ettiğiniz bu hususlar yeni bir stratejik hedef değildir ki!...17 yıldan beri uygulanan para politikalarının özüdür.
Denenen ve başarısızlığı belli olan uygulamaları, bir yenilik gibi sunmanın manasını anlamakta güçlük çekiyorum.
Kur-Faiz makasında yaratılan ve sadece parasal oyunlara dayanan bu müthiş rant sisteminden vazgeçemeyişinizi anlamak mümkün değildir.
Yoksa; ekonomi deyince aklınıza, sadece ve sadece finans kesimi mi geliyor? Sizin kitabınızda üreten, istihdam yaratan, yatırım yapan bir ekonomi modeli yok mudur?
Şu fiili durum, içinizi sızlatmıyor mu:
1987 yılı başında Türkiye’nin iç borç stoku, 6 milyar dolar dolayındaydı.
1987 başından 2000 yılı sonuna kadar geçen 14 yıl zarfında anapara ve faiz ödemesi adı altında 406 milyar dolar iç borç ödemesi yapıldığı halde; halen, 65 milyar dolar iç borç stokunun mevcut olması, sizi, hiç düşündürmüyor mu? Sıcak paraya sağlanan dolar bazında yüzde 40 oranındaki müthiş faiz rantı, Merkez Bankası’nı yönetenleri tedirgin etmiyor mu?
2001 yılı içinde 37 katrilyon faiz ve 40 katrilyon anapara olmak üzere 77 katrilyon lira iç borç ödemesi yapılacaktır ki; yalnız faiz ödemesi, bu yıl hedeflenen vergi gelirlerinden fazladır. Bu borç, nasıl çevrilecektir? Akıl almaz tavizler karşılığı sağlanan 15 milyar dolar dış kredi, bu borcu çevirmeye yeter mi? Kaldı ki; önümüzdeki yıl, bu borç canavarı daha da büyüyecektir. 2002 yılında 80 katrilyon liralık bir iç borç faizi ile karşı karşıya kalınacaktır.
Bu müthiş borcu, Merkez Bankası’nın yanlış para politikaları yaratmıştır. Üstelik; iç borç çevrilecek diye, müthiş bir dış borç batağı da yaratılmıştır ki; bu denli büyük borçlara karışlık Türkiye, yatırım fakiri bir ülke haline gelmiştir. İşte dış borç faciası:
1980 sonundaki 12 milyar dolar olan dış borç stokumuz bugün, 120 milyar dolara ulaşmıştır.
Sormak hakkımdır:
Türkiye’nin iç borca, hele, hele, bu kadar yüksek bir iç borca ihtiyacı var mıdır? Yoksa; kur- faiz makasında yaratılan bir oyunla, Türkiye’nin soyulmasına ve taviz veren bir ülke konumuna düşürülmesine göz mü yumuldu?
Döviz meselesine gelince:
Merkez Bankası’nın döviz ticaretini yaygınlaştırdığı gerçeğini inkâr etmeniz mümkün müdür?
Nasıl bir para politikası izlenmektedir ki; Merkez Bankası, “Tahtakale Piyasası” adı verilen bir oluşuma yenik düşmektedir?
Ve Tahtakale Piyasasının arkasında nasıl bir güç vardır? Bu piyasanın müthiş oyuncuları kimlerdir?
Dresdner hesapları, yurtdışında oturanların bankalarda açtıkları hesaplar, bankalar arası döviz mevduatı ve Türkiye’deki yerleşik kişilerin döviz tevdiat hesapları, toplam olarak 60 milyar dolarlık bir uluslar arası döviz rezervi oluşturmuştur.
Türkiye’nin resmi döviz girdileri, 60 milyar dolara ulaşmıştır. Dış ticaret hacmi, 70 milyar dolardır. Her yıl 20-25 milyar dolar tutarındaki dış ticaret açığına rağmen ödemeler dengesi önemli bir açık vermemektedir.
Bu durumdaki bir Türkiye’nin; esen basit bir rüzgârla krize girmesine, Merkez Bankası Başkanı olarak akıl erdirebiliyor musunuz?
Eğer, Merkez Bankası, yanlış para politikası izlemeseydi; Türkiye, bu duruma düşer miydi?
Döviz ticaretini en büyük sektör haline getiren Merkez Bankası değil midir?
Doların; 20 yıl zarfında Türk parası karşısında 15 bin kat pahalılaşmasını, hangi mantıkla izah edebilirsiniz?
Merkez Bankası, döviz spekülâtörlerine döviz satmaya devam ettiği sürece; faiz ve kur baskısını, hangi metotla kontrol altına alacaksınız?
Sistemin döviz açığı, 22 milyar dolar,
Bankacılık sisteminin döviz açığı, 36 milyar dolardır.
Bankacılık sistemimiz, döviz açık pozisyonu sayesinde kâr etmiştir. Merkez Bankası da, “Döviz sıkıntısı olmasın” diye, bu çarpık rant sistemine sessiz kalmıştır.
Bu denli yüksek miktarda döviz açık pozisyonu bulunduran bir bankacılık sistemiyle; hangi yöntem ve hangi müdahale ile kur ve faizi kontrol altında tutacaksınız?
Bankalardaki toplam mevduat, 70 katrilyon lirayı aşmıştır. Ve bu mevduatın, yüzde 97’si vadelidir. Yani; çarpık bankacılık sistemimiz, büyük miktarda kaydî para üreten bir yapı arz etmektedir.
Bu bankacılık sistemi ile reel ekonomiyi canlandırmak mümkün müdür?
Bankacılık sisteminin bu çarpık yapısı, Merkez Bankası’nın yanlış para politikaları sebebiyle meydana gelmemiş midir?
İç ve dış borçlar, canavar haline dönüştükten sonra, Bankacılık sisteminin çökmesini önlemek kolay mıdır?
“Üretmeyen veya yeterli seviyede üretim yapamayan ekonomilerde; pozitif reel faiz uygulaması, her şeyden önce bankaları batırır ve ekonominin bütün dengelerini bozar.” şeklindeki temel iktisat kuralını, acaba, Merkez Bankası’nı yönetenler bilmiyorlar mıydı?
Sayın Başkan;
Merkez Bankası’nın görevi önemlidir. Merkez Bankası’nın Kuruluş Kanunu, Merkez Bankası’na önemli bir görev vermiştir. İşte önemli bir maddesi:
“Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, 1970 tarih ve 1211 sayılı yasaya göre emisyon ve kredi hacmini, ekonomik ihtiyaca uygun biçimde düzenlemekle görevlidir.
Merkez Bankası’nın çıkardığı para miktarı, ekonominin ihtiyacı düzeyinde kalmalı; fazla ya da eksik olmamalıdır.”
Kanunla verilen görev bu...Merak konusu ise; Merkez Bankası’nın yönetenlerin; “Fazla ya da eksik olmamalıdır.” ifadesinden ne anladıklarıdır. Yani;
Merkez Bankasının çıkardığı kâğıt para ne kadar olmalıdır?
Bu husus çok konuşulduğu için araştırdım ve mukayeseli bir durum tespit ettim. Şöyle ki:
Yıl; 1981:
GSMH....................................40 milyar dolar
Bütçe Büyüklüğü..................12 milyar dolar.
Tedavüldeki Tl. miktarı........3.5 milyar dolar.
Yıl; 2001:
GSMH......................................210 milyar dolar
Bütçe büyüklüğü.......................60 milyar dolar.
Tedavüldeki Tl. miktarı 3 milyar dolar. (13 Mayıs 2001)
Bu araştırmayı her yıl için yaptım. Bulduğum netice şaşırtıcıdır:
1981 yılından beri tedavüldeki Tl. miktarı, 3-3.5 milyar dolar karşılığı kadar sabit tutulmuş .Milli gelir ve bütçe büyüklüğü arttığı halde; Tl., dolara endeksli olarak sabit tutulmuş.
Yaptığım hesaplara göre;
Eğer Merkez Bankası, 1987 yılı başından itibaren piyasaya ihtiyaç düzeyinde Türk parası vermiş olsaydı; bugün, Türkiye’nin iç borcu olmayacaktı ve Türkiye, bu perişanlığı yaşamayacaktı. Üstelik; dış borçlarımız da, bu seviyede olmayacaktı. 20 milyar doları aşmayacaktı. (1987 yılını bilerek başlangıç aldım. Zirâ; 1986 yılı sonuna kadar tedavüldeki Tl. miktarı, hemen, hemen milli gelirin yüzde 10’u seviyesindedir. Denge 1987’den itibaren bozulmuştur. Bu tarih, iç borçların büyümeye başladığı tarihtir. 32 sayılı konvertibilite kararından sonra da iç borçlar kontrolden çıkmıştır.)
Bu uygulamanın mutlaka bir maksadı vardır. Maksat da bellidir:
Kur-faiz makasındaki müthiş rant sistemini yaşatmak. Merkez Bankası ile Hazine, işbirliği yaparak, finans kesiminin isteklerini yerine getirmişlerdir. Yerli sermaye, yabancı finans çevreleriyle işbirliği yaparak, Türkiye’nin varlık kumaşını makasla keser gibi kesmiş ve paylaştırmıştır. Bu büyük ranttan pay almasını başaran bankalar ayakta kalmış ve pay alamayan bankalar ise zora düşmüştür. Bu sebeple de ben; herkesin kriz dediği fiili duruma, paralı kesimin dayatması diyorum. Tabir caizse şu ifadeyi kullanabiliriz:
Türkiye finans ve bankacılık kesimiyle, Türkiye’nin ekonomisine istek ve çıkarları doğrultusunda yön vermesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 holdinge esir edilmiştir.
Bilmem ki; bu teşhisime ve tespitime, bir itirazınız olur mu?
Belki yanılıyor olabilirim. Yanılsam da; merak ettiğim hususları, ilgililere ve yetkililere sormak hakkına sahibim. Bu; en tabii vatandaşlık hakkımdır.
Ana kaidelere ve ana belgelere göre işleyen bir rejim ve işleyen bir devlet arayan; rejime ve devlete sahiplilik bilgi ve şuuru taşıyan her vatandaş, bu hakkın sahibidir.
Beni aydınlatacağınızı zannediyorum.
Aydınlatmalısınız da...Zirâ; siyaset adamlarının sarf ettiği sözler, piyasalarda krize sebep oluyor. Ama; önemli mevkide bulunan bürokratların sözleri, kriz yaratmıyor.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
Not:
Sayın Başkan;
“Reformlar yapılmaz ve taahhütler yerine getirilmezse faiz yükselir ve kurda aşırı dalgalanma meydana gelir” diyerek, ortalığa korku salmanıza gerek yoktur. Bir anlamda tehdit olarak algılanabilecek bu sözlerle, Türkiye’nin sorunlarına yabancı kaldığınız anlamı çıkar. Zirâ; işaret etmek istediğiniz reformlarla ve taahhütlerin neler olduğunu milletimiz bilmemektedir.
Reform sözcüğü, 30 yıldan beri dinlediğimiz ve ne olduğu hiçbir zaman açıklanmayan örtülü bir kavramdır.
Ve; Osmanlı dönemindeki “Islahat hareketleri” çağrışımını hatırlatmaktadır. Batılı ülkelerin dayatmaları hep, bu ifadeyle dile getirilmiştir.
Türkiye, güçlü ve kendi kendine yeterli bir durumdadır. Türkiye’nin müthiş gücünü anlamak için Türkiye’ye, Türkiye’den bakmak şarttır. Bunu başaramayanlar Türkiye’yi hep, acz içersinde göstermişlerdir. Bu bakımdan;
Sivri ve tedirgin edici sözler söylemekten ziyade size düşen görev; Gerçekçi bir para politikası uygulayarak, döviz ticaretine son vermek olmalıdır. Medeniyetini taklide çalıştığınız gelişmiş Batı ülkelerinin uyguladıkları para politikalarını öğrenmeniz gerekir. Önemli olan bir hususu da aklınızdan çıkarmamanız icap eder. O da, şudur:
Devlet; sermaye için değil, halk için vardır. Bir avuç para sahiplerinin çıkarları için, ülkenin geleceğini ziyan edemezsiniz. Ve biliniz ki:
Üretken ve top yekûn kalkınmayı hedef almayan bir para politikası ile Türkiye, gerçek hedefine ulaşamaz.
Döviz-faiz-borsa üçgeninde yaratılan müthiş rant sistemiyle Türkiye’nin, büyük kayıplara uğradığı görülmüştür.
Göreviniz; azdan az bir kesim için “Saadet Zinciri” olarak adlandırılan ve gerçekte 65 milyon insanımız için “Azap Zinciri” halini alan bu çarpık sistemi ortadan kaldırmaktır.
Türkiye’yi ve Türk milletini iyi tanıyan, tarih ve coğrafya bilen, dünya siyasi tarihini irdelemesini başaran ve dünya coğrafyasında Türkiye’nin konumunun önemini anlayan kişiler için bu görev, hiç de zor değildir.
Ayrıca; taklitçiliğin, tefekkürü ortadan kaldırdığı gerçeğini de unutmamanız gerekir.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder