13 Ağustos 2009 Perşembe

Neyi aradığını bilmek!

Sayın Ali BULAÇ
Zaman Gazetesi Yazarı
İstanbul 13 Ağustos 2009


Sayın BULAÇ;

12 Ağustos 2009 tarihli ve “Ehl-i ilim ve aydınlar” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Bu yazıyı niçin yazdığınızı pek anlayamadım. Ama; yazınızın son paragrafındaki, “Bir zamanlar, devlet bir şeye karşı çıktığı için kendisi de karşı çıkan, ama devlet veya siyaset gereği iktidar veya parti görüş değiştirdiği için, kendisi de görüş değiştiren aydınlar, ne kadar inandırıcı olur! İslâm’ın ilim ve tefekkür mirâsından mülhem, yeni bir entelektüel profiline ihtiyacımız var.” ifadelerinizden, açık söylemeseniz de, olaylardan rahatsızlık duyduğunuz manâsını çıkardım.

Bizim mezhebimizin imamı Ebu Hanife’yi örnek göstermenizden ve İSLÂM’I ölçü olarak almanızdan, başka bir manâ çıkarmam da mümkün olamazdı. Şimdi, esas konuya gelelim:

Bir toplumda;

-İlim adamları, idare adamlarına uşaklık ederse,

-Toplumun edepsizleri, hayırlılarına galip gelirse,

-Toplumun fertleri de, nerde “EVET!” ve nerede “HAYIR!” denileceğini bilemez hale düşerse; o toplum, muhakkak surette DİRLİK ve DÜZENLİĞİNİ kaybeder ve hatta YIKILIR. Çünkü;

Bu hale düşmüş bir toplumda, ACİZ İNSAN PUTUNA TAPMALAR (Kula, kulluk etmek) yaygınlaşır ve HAK ve VAZİFE kavramlarının özü kaybolur.

İşte, bizim mezhebimizin imamı Ebu Hanife, gerçek anlamda bir ilim adamı olduğu ve İslâm Dini’nin özünü çok iyi bildiği için, İDARE ADAMLARINA UŞAK OLMAYI reddetmiştir. Yani; günün halifesinin isteklerine uygun fetva vermenin, günahların en BÜYÜĞÜ olduğunu, haliyle, tavrıyla ve sözleriyle ilân etmiştir.

Tarihî bir örnek verelim:

İmanımızın iktizası hepimiz, FİRAVUN’dan nefret ederiz. Ama; hiçbirimiz, FİRAVUN’u, FİRAVUN yapan ortamı düşünmeyiz ve ibret almayız. Dikkat ediniz:

-Debdebeli, tantanalı bir saltanat,

-Gözkamaştırıcı bir servet,

-Emrindeki kuvvetli bir ordu,
-Etrafında, “SEN BİZİM RABBİMİZSİN!” diye tapan ve eğilip bükülen bir sürü insan, FİRAVUN’U, FİRAVUN yapmıştır.

Herkes kendisine, “Firavun’un şartları ve imkânları bende olsaydı; acaba, ben ne yapardım ve ben de Firavun olur muydum?” sorusunu sormalı, cevabını aramalı ve Firavun yaratıcısı olmamalıdır. Zira; tarihen sabittir ki: FİRAVUN’U yaratan ortam oluştukça, her dönemde, FİRAVUN istidadında ZALİMLER yetişmiştir.

Aydın (münevver), eski tabirle Hikmet ü basiretle tenevvür eden (akıl ve ileri görüşüyle etrafını aydınlatan) ve doğru hisse sahip olan adama denir.

Gerçek bir aydının görevi; insanların zulme meyletmelerini engellemek, Allah’ın hiçbir varlığa vermediği, sadece insan sınıfına bahşettiği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarının muhafazası için toplumu uyarmak ve doğru istikamete sevk etmektir.

İslâm âlemine bir nazar ediniz: Asırlardan beri “aydınız, ulemayız, ilim adamıyız” diye geçinen dışı HOŞ, içi BOŞ birtakım kişiler, dini de kullanarak insanları aldatmışlar ve CÂH ve SERVET hırsları galip ZALİM HÜKÜMDARLARIN, ZALİM İDARECİLERİN, avukatlıklarını yapmışlardır.

Hiç kimse de Hz. Peygamberimizin, “Ahlâkını, gayesini, niyetini iyi bilmediğiniz insanlardan din tahsil etmeyiniz ve bu gibi kişilerin Müslümanlığını övmeyiniz.” hadis-i şeriflerini hatırlatarak, insanları uyarmamıştır. Gerçeği bilenler dahî, ya korkularından veya çıkarlarından dolayı, hakikatlerin üstünü örtmüşlerdir. Yani; ŞERDE İTTİFAK etmişlerdir.

Sayın BULAÇ;

Bir ülke ve bir millet için en büyük tehlike; idare edenlerin adâletsizlikleri ve ihtirâsları ile zenginlerin hasislikleri ve merhametsizlikleridir. Çünkü; adâletsizlik, ihtirâs, hasislik ve merhametsizlik, ALLAH ile HARBETMEK ve ŞİRK KOŞMAK manâsına gelir.

Unutulmamalıdır:

Her zalim zulmünü, uşakları vasıtası ile yapar. Uşaklık edenleri bulunmazsa, hiçbir zalim, zulmünü yapamaz. Bu gerçeğe istinaden Hz. Peygamberimiz, “Zalime en ufacık meyil ile meyledenleri NÂR (Ateş) kuşatacaktır.” diye buyurmuşlardır.

Acaba, yazınızda neyi anlatmak istediğinizi anlayabilmiş ve neyi anlatmak istediğimi anlatabilmiş miyim?

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: