20 Ağustos 2009 Perşembe

Geçmiş bilinmeli.

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
BAŞBAKN
Ankara 19 Ağustos 2008


Sayın Başbakan;

Memur maaşlarına yapılacak zamları açıkladığınız basın toplantısında gazetecilerin sorduğu bir soruya;

“Bizim hükümetimiz, böyle kimsenin hakkı olmadığı halde, para basmak suretiyle memuruna, işçisine para verme ahlâksızlığına düşen bir hükümet olmamıştır. Bunu yapmayız. Çünkü; bunu ben, milletin cebinden çalmak olarak görüyorum.

Biliyorsunuz; bu devaluasyonları Türkiye, çok yaşadı. Öyle rastgele zamlar yapıldı bu ülkede…Ama ondan sonra da, benim vatandaşımın alım gücü düştü. Az önce ifade edildiği duruma düşeriz. Yani sen, zam yapıldı zannedersin; çarşıya, pazara gidersin; 3 kilo pirinç alırken bu defa, 1,5-2 kilo pirinç alırsın; 1 kilo pirinç çalınmıştır. “Ben zam aldım ama, pirinç azaldı” dersin! Yapılan artışlarla benim vatandaşımın alım gücünün ne kadar arttığını göreceksiniz. Bu sebeple, uçuk-kaçık taleplere kapalıyız.” cevabını vermişsiniz.

Üzülerek ifade edeyim ki; bu ifadeleriniz doğru değildir ve ekonomik gerçeklerden uzaktır. Zira Türk milleti, 28 yıldan beri uygulanan yanlış ekonomi ve para politikaları sebebiyle daima aldatıldı. Bu aldatmanın en önemli ayağı da, “PARA BASMA” hususundaki doğru olmayan beyanlardır. Zira; 1987’den itibaren Merkez Bankası, ekonominin ihtiyacı olan Türk parasını piyasaya vermemiştir; 1989 Ağustos ayından itibaren de, olması gereken Türk parasının yerine yabancı paraların tedavülüne imkân tanımıştır. Bu sayede de, KUR-FAİZ makasına dayalı paradan para kazanmanın kapıları, ardına kadar açılmıştır. Şayet bu hataya düşülmeseydi; Türkiye, ekonomik sıkıntılara maruz kalmayacak ve bugünkü sıkıntılar da yaşanmayacaktı. Bu duruma da, para basılmaması sebebiyle gelinmiştir.

Bu doğru görüşüme itiraz eden çıkabilir. Ama; iç ve dış borçlarımıza ve 20 yıl zarfında ödediğimiz faizlere ait istatistikler ortaya dökülürse, gerçek, gün gibi açığa çıkar. Ve bu sayede de ekonomimizin uğradığı büyük kayıplar anlaşılır. Mukayese de gayet kolaydır:

12 Eylül sabahı ne kadar iç ve dış borcumuz vardı?

1987’de iç ve dış borç stokumuz neydi?

Bugünkü iç ve dış borç stokumuz nedir?

1987’den bugüne kadar ödediğimiz faizlerin miktarı nedir?

1987’de tedavüldeki Türk parasının milli gelire veya bütçeye göre oranı neydi; bugün nedir?

1980’de tedavüldeki Türk parasının milli gelire veya bütçeye göre oranı neydi; bugün nedir?

Sayın Başbakan;

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı kime karşıdır? Veya Merkez Bankası, kime karşı bağımlıdır?

Para politikalarının oluşmasına karar veren kurulların temsilcileri kimlerdir?
En önemlisi; Merkez Bankası, Kuruluş Kanunlarındaki görevini eksiksiz olarak yerine getirmiş midir? Yani; piyasanın ihtiyacı olan Türk parasını piyasaya vermiş ve kredi hacmini düzenlemiş midir?

Kur-Faiz makasında düzenlenen para politikalarından istifade edenler kimlerdir? Bu soruyu özellikle soruyorum. Zirâ; 28 yıldan beri izlediğim ekonomik faaliyetlerde en çarpıcı hareket bellidir:

Ya ani kur artışlarıyla, ya beklenmedik devaluasyonlarla, ya da uzun süren sabit kur uygulamalarıyla finans kesimine, bankalara, büyük iç ve dış şirketlere büyük rantlar aktarılmıştır. Son 6 yıllık dönem, rantların en yüksek olduğu dönemdir. Dikkatlerinize arz ediyorum:

Bugün dolar kuru, Nisan 2001 kuruna eşittir. Aradan 7 yıl geçtiği halde; 21 Şubat devaluasyonunun niçin yapıldığını ve bu devaluasyonun, Türkiye’ye verdiği zararı konuşan, sorgulayan ve doğru politikalara yönelen çıkmamıştır.

Bu yanlış ekonomi ve para politikalarının bedelini daima halk ödediği halde; halkı rahatlatacak, ekonomiyi üretken hale getirecek para politikalarını arayan çıkmamıştır. Tabir caizse Türkiye; finans ve bankacılık kesimiyle, Türkiye’nin ekonomisini istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 holdinge ve paralarını dövizden faize, faizden dövize veya Devlet İç Borç Senetlerine yönlendiren bir avuç para sahibine esir edilmiştir.

Dolaylı vergilerle halk ezilirken, Türkiye üretim gücünü kaybederken; kayıt dışı veya belgesiz çalışanlar, oluşan saadet zincirleri sayesinde servetlerine servet katarak sefa sürmektedirler. Bu fiili duruma Maliye Bakanlığı seyirci kalmakta ve olması gereken denetimleri yapmamaktadır.

Sayın Başbakan;

Çalışanların uçuk-kaçık talepleri yoktur. Devletin, bir refah devleti haline gelmesini arzu etmektedirler ve asgari şartlarda rahat bir hayat sürdürmek istemektedirler. Bütün ücret verileri (memur, işçi, emekli, dul ve yetim maaşları) elinizdedir. Bu ücretlerle halkın rahat etmesi, huzur bulması mümkün müdür? Bugün siz, ücretli kesimden bir vatandaş olsaydınız; acaba, nasıl geçinirdiniz ve hükümetlere karşı tepkiniz ne olurdu?

Bu sebeple ülkeyi idare edenlerin mazeret beyan etmeye hakları yoktur. Hükümetler, zoru başarmak zorundadırlar.

Türkiye’deki olup, bitenleri dikkatli biçimde takip eden ve demokratik haklarını kullanan bir vatandaş olarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı



Not: Ünlü gerçek iktisatçı Joan Robinson,
Şu sözleriyle anılır:

“İKTİSAT BİLMENİN YARARI, BİR ÜLKENİN
EKONOMİSİNİ DÜZELTMEK VE EKONOMİK
ZORLUKLARA GEÇERLİ ÇÖZÜMLER BULMAK
İÇİN DEĞİL, İKTİSATÇILARIN YANILTMALARINI
ÖNLEMEK İÇİNDİR.”

Hiç yorum yok: