Sayın Beşir ATALAY
İçişleri Bakanı
Ankara 3 Ağustos 2009
Sayın BAKAN;
Türkiye demokrasi ile idare edilen bir ülke olduğuna göre; her vatandaşın, ilgisini çeken, içyüzünü bilmediği ve akıl erdiremediği olaylar hakkında en yetkili kişi veya makamlardan bilgi edinme ve öğrenme hakkına sahiptir.
Bu gerçeğe istinaden bu mektubumu yazmış bulunmaktayım. Öğrenmek istediğim ve merak ettiğim husus şudur:
Bilindiği gibi “Kürt Açılımı” kapsamında düzenlenen 3’üncü “Çalıştay”, başkanlığınızda toplandı. Bu toplantıya 15’i gazeteci ve gazete yazarlığı yapan akademisyen olmak üzere 23 kişi katılmıştır.
Bu toplantıya katılan gazeteci ve akademisyen yazarlar hakkında yorum yapmayacağım. Ama; bu toplantıda, “Cengiz Çandar’ın, Hasan Cemâl’in ve Oral Çalışlar’ın ne işi vardı?” sorusunu sormadan da yapamayacağım. Zirâ; bu kişiler, yıllardan beri, sanki bir yerden emir alıyormuşcasına, ortaya atılan ve başkaları tarafından şekillendirilmek istene “Kürt Sorunu” da taraftırlar ve halkın efkârını karıştıracak tarzda yazılar yazmaktadırlar.
Bulunduğumuz coğrafyanın özellikleri sebebiyle Türkiye’nin iç ve dış husumetlere maruz kaldığı ve dâimâ maruz kalacağı, tarihî bir gerçektir ve anlayışı en kıt olan insanlarca dahî bilinmektedir.
Şayet Türkiye, iç ve dış gailelerle boğuşmasaydı ve sulh, sükûn, huzur ve güven ortamı içerisinde geçirebileceği 15-20 yıllık bir zaman dilimini yakalayabilseydi; hiç şüphesiz bugün bölgede, her masaya eşit ağırlıkta oturmasını başaran; hedef kovalayan ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelen; kendi kendine yeterli ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtulan huzurlu, mutlu, refah içersinde yüzen Güçlü bir BÜYÜK TÜRKİYE olurdu. Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip olan Türkiye’nin, kendi kendisini besleyemez duruma düşmesi, başta ülkeyi yönetenler olmak üzere herkesi düşündürmelidir.
Ne yazık ki Türkiye, iç ve dış husumetlerin gerçek mihraklarını iyi göremediği ve iyi anlayamadığı ve de bir biriyle kavga eden bir toplum yapısı oluşturulmak istenmesinin sebebini iyi anlayamadığı için, böyle bir zaman dilimini yakalayamamış ve çok kıymetli yıllarını ziyan etmiştir.
Şimdi de Türkiye, ne olduğu ve ne istendiği, kamuoyunca iyi bilinmeyen ve hiç şüphesiz, başkaları tarafından yaratılan bir “Kürt Sorunu” ile boğuşmakta ve “Çözüm” adı altında, birtakım dayatmalara maruz kalmaktadır.
Sayın BAKAN;
Türkiye’yi yakından ve dikkatli biçimde izleyen 69 yaşımda bir vatandaşım. Her türlü sorunun Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında çözüleceğine inanmaktayım. Nereden yönlendirildiği, yönetildiği ve desteklendiği kamuoyunca iyi bilinmeyen kişi veya “Sivil Toplum Örgütü” adı verilen oluşumlarla bir yere varılamayacağını da görmekteyim. Maksadımı daha iyi anlatabilmek için Oral Çalışlar’a yazdığım 26 Temmuz 2009 tarihli mektubumu bilgilerinize ve tetkiklerinize arz ediyorum:
“Sayın Oral ÇALIŞLAR
Radikal Gazetesi yazarı
İstanbul 26 Temmuz 2009
Sayın ÇALIŞLAR;
25 Temmuz 2009 tarihli ve “DEMİREL’in temsil ettiği ‘Öldüren’ devlet” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Demirel’ beslediğiniz husumetin ve gösterdiğiniz düşmanlığın ikrarı olan bu yazınızın bir bölümünde;
“Süleyman Demirel, 27 Mayıs 1960 darbesiyle devrilen ve darbeciler tarafından idam edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının mirasına sahip çıkarak, bir anlamda sivil siyasetin temsilcisi olarak siyasi yaşamına başlamıştı. O dönemin anti-komünizm esaslı sağ siyasetleri , Demirel’in kısa sürede militarist statüko ile ittifak yapmayı seçmesini beraberinde getirdi. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi kendi iktidarına karşı gerçekleşmesine rağmen, darbeye adapte olmasını bildi ve Deniz Gezmişlerin idamında darbecilerin baş destekçisi olarak ortaya çıktı. Onun siyasi tarihine Denizlerin idamıyla kan bulaştı. “Devlet adam öldürür” derken bu tür uygulamaları da kastettiği düşünülebilir. Demirel, demokrasiyi hiçbir zaman içine tam olarak sindirmeyen bir siyasetçiydi. Her askeri darbe onun daha fazla derin devletle işbirliği yapmasını beraberinde getirdi. Seçimlerin ortaya çıkardığı bir siyasetçi olduğu halde, siyasi meşruiyeti savunmak yerine, militarizmle uzlaşmayı yeğledi. Güneydoğu’yu, Türkiye’yi kana bulayan militarist tercihlerin payandalığını yaparak, başladığı yerden çok farklı yerlere geldi. Darbeler onun iktidarını hedef aldıkça, o yeni duruma adapte olmayı başarıyordu. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, kendisinin siyasetimizin son 45 yılına damgasını en çok vuran isimlerden birisi haline gelmiş olması, elbette ki şaşırtıcı görünmüyor. Birlikte siyaset yaptığı Aydın Menderes’in onun hakkında yaptığı çarpıcı bir değerlendirmeyi aynen aktarıyorum: “Bugün kim demokrasiyi, hukuk devletinin gereklerini ve egemenliğin kayıtsız şartsız millette ait olduğunu savunmuyorsa o kişilerin geçmişleri ne olursa olsun, hangi kesimlerde bulunmuş olurlarsa olsunlar, kişiliklerinin bir yeri demek ki hep CHP’li kalmış. Aslına rücu etmişler.” ifadelerini kullanarak hedef saptırmışsınız ve kamuoyunca bilinmeyen gerçek misyonunuzu gizlemek istemişsiniz. Zira;
Şu gerçekleri bilmemiş olmanız düşünülemez:
-Demirel, hiçbir zaman antidemokrat ve militarist ve de darbelere adapte olmamıştır.
-Ülkeyi 12 Mart 1971 ve 12 Eylül sürecine götüren kargaşa ortamını, bilinçli ve programlı olarak ABD yaratmıştır. Bu ortamı yaratırken, CIA ajanları ile işbirliği yapan destekçilerini ve onların kullandığı heyecanları yüksek samimi gençleri bulmakta zorlanmamıştır. Örnek:
Hasan Cemâl’in “Kimse kızmasın, kendimi yazdım” adlı kitabındaki şu ifadeleridir:
"Tek amacımız: ASKERİ KIŞKIRTMAK….
Hatırlıyor musun o günü? 1970 sonu, 1971 başı olmalı. Ankara'nın göbeğinde, Sıhhiyeye'deki ANKARA ORDUEVİ'nin önünde patlayacaktı bombalar…İki yandan iki bomba!
Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi'nin bahçesindeki miting bittikten sonra gençler, yürüyüşe geçecekti. Orduevine yaklaştıkları sırada atılacaktı iki el bombası da. Biri, Ankara Sineması'nın oralardan; öbürü, tam aksi istikametten, Mithatpaşa Caddesi ile Atatürk Bulvarı'nın kesiştiği noktadaki Yüksel Palas'ın bulunduğu köşeden. Şimdi, orası da orduevi. Bombaların hedefi, toplum polisiydi. Patlamalarla birlikte sloganlar, tam orduevinin önünde atılacaktı:
"ORDU GENÇLİK EL ELE, MİLLÎ CEPHEDE!"
"ORDU GENÇLİK EL ELE, MİLLÎ CEPHEDE!"
Bir tek amacımız vardı:
ASKERİ KIŞKIRTMAK…Darbe süreci, bu kışkırtma ve provokasyonlar sayesinde hazırlanacaktı. Ve devrime giden yola çıkacaktık. Şiddet şarttı, devrime giden yolu açmak için.
Yani, hedefe varmanın yolu, gerektiğinde insan hayatını hiçe saymaktan geçiyordu. Gaye için her yol MÜBAH…"
Hasan Cemâl, bir önemli konuyu daha yazmıştır. O da, şudur:
"MUSTAFA KUSEYRİ'NİN ÖLÜMÜNÜ HATIRLIYOR MUSUN?
1970 baharıydı. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Faşistler, Mustafa Kuseyri'yi öldürdü!". Koşa, koşa dergiye geldim. Adakale Sokak'taki DEVRİM BÜROSUNA. Doğan Bey, her zamanki gibi kesif sigara dumanlı küçük odasında çalışıyordu.Ağzının bir kenarında hiç eksik olmayan Samsun cigarasını tüttürürken:
"Bak Hasan!" dedi gözlüklerinin üstünden bakarak, "KUSEYRİ'Yİ FAŞİSTLER ÖLDÜRMEDİ. Bir arkadaşı kazayla vurmuş.."
Bir dolmuşa atlayıp Cebeci'ye, Siyasal Bilgiler'in yanındaki Basın-Yayın'a gittim. Dışarıda öğrenciler, "KAHROLSUN FAŞİSTLER!" diye slogan atıyordu. Olay, akşam olmuştu. Kusyri, tabancayla Rus ruleti oynarken, yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza kurşunu sonucu vurulmuştu. Nejat'ın kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silenler arasında, o zamanlar Doğu Perinçek'in "Beyaz" Aydınlıkçı ya da Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarında yer alan CENGİZ ÇANDAR da vardı.
Ve olay örtbas edildi. Hemen ertesi gün Ankara'da, "ANAYASA'YA SAYGI" yürüyüşleri düzenlendi.
FAŞİZMİ TELİN İÇİN!"
-12 Mart Muhtırası Meclis’te okunduğu zaman hiçbir siyasî partinin lideri muhtıraya karşı çıkmamış ve Demirel, yalnız bırakılmıştır. Bunun için de şu örneği verebilirim:
Kurtul Altuğ, Erol Mütercimler’in hazırlayıp sunduğu bir televizyon programında, sorulan “İsmet Paşa, 12 Mart Muhtırasına niçin karşı çıkmamıştır?” sorusuna, şu cevabı vermiştir:
“12 Mart Muhtırası’nı, Ali İhsan Göğüş’le birlikte dinledik ve hemen İsmet Paşa’nın yanına gittik. İsmet paşa gayet hiddetliydi ve “Meclis oturumu açılır açılmaz, günden dışı söz alarak, bu Muhtırayı reddedeceğim” demişti. Hep birlikte Meclis’e gittik. Oturum başladı ve fakat İsmet Paşa, söz almadı ve Muhtıra’ya karşı çıkmadı. Akşam evde niçin tavır değiştirdiğini sorunca İsmet Paşa, “VEHBİ KOÇ TELEFON ETTİ ve MUHTIRA’ya KARŞI ÇIKMAMAMI SÖYLEDİ.” Cevabını verdi.”
Bir örnek daha vermek zorundayım:
1973 Şubat başları… Komutanlar, Demirel’le görüşmek istiyorlardı. Fakat Demirel, gelen bütün teklifleri reddediyor ve “Komutanların bir diyecekleri varsa, Hükümet vasıtasıyla bana iletebilirler.” diyordu ve Parti başkanları ile yapılan hiçbir toplantıya katılmıyordu.
21 Şubat 1973 günü Genelkurmay Genelsekreterliği tarafından bir bildiri yayınlandı. Aslında bu, bir muhtıraydı… Bildiride şu çarpıcı ifadeler yer almıştı:
“…Bu amaçla davet olunan bütün parti ve grup liderleri bu görüşmelere büyük bir içtenlikle katılmışlardır. Yalnız Adâlet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, KENDİNE ÖZGÜ NEDENLERLE yapılan davetlere icabet etmekten kaçınmıştır.
Keyfiyet, kamuoyuna saygıyla duyurulur.”
Gelişen bütün bu olaylara rağmen Demirel, hata yapanları eleştirmiş ve onlara karşı net tavır takınmıştır. Ama; milletin gözbebeği konumunda olan Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne asla ve asla toz kondurmamıştır. Zira; kurum olarak yıpratıldığı takdirde, Türkiye’nin çok şey kaybedeceğinin idraki içinde olmuştur ve etrafına da, bu doğrultuda telkinde bulunmuştur.
Yaşanan ve bilinen bu olaylar karşısında hangi akla hizmet ederek Demirel’i, antidemokrat ve militarist olarak itham etmektesiniz?
-Demirel’in kusurları, hataları ve yanılgıları yok mudur? Elbette vardır. En büyük hata, kusur ve yanılgısı, günün SOVYETLER BİRLİĞİ ile ilki Şubat 1967’de, ikincisi 12 Aralık 1976’da takriben 20 büyük projeyi kapsayan önemli iki EKONOMİK VE TEKNİK İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI yapmasıdır. Şayet bu anlaşmalar yapılmasaydı ve 12 Eylül 1980’den sonrasında olduğu gibi dış politika ABD’ye, iç politika AB’ye, ekonomi de IMF ve Dünya Bankası’na endekslenmiş olsaydı, Türkiye anarşi, terör ve kaos ortamlarına sürüklenmezdi. Bu da, size ve 68 Kuşağı adı verilen oluşumda yer alan bazı sivri zekâlılara rol verilemeyeceği anlamına gelirdi.
- Aydın Menderes’i, Adnan Menderes’in oğlu olması sebebiyle ben de çok severim ve kendisiyle arkadaşlığım da vardır. Ama; Aydın Menderes, hiçbir zaman gerçek anlamda demokrat biri kişi olamamıştır. Dâimâ, kendi doğrularından başka doğru kabul etmeyenlerin telkin ve tekliflerine yenik düşmüştür. Siyaseti, “Bizden olanlar ve bizden olmayanlar” ayırımcılığına dayandıran kişilerin telkin ve tekliflerine göre yön bulmaya çalışmıştır. Adâlet Partisini, bir hedefe bağlı olarak bölen ve iktidardan eden gruplara katılarak, en büyük siyasî hatasını işlemiştir. Yani, maksadı iyi bilinmeyen hedeflerin peşinden koşmuştur.
Sayın ÇALIŞLAR;
Hiç kimseyi kandırmaya, aldatmaya ve yanlış yönlendirmeye tevessül etmeyiniz. Bir gün, her olayın içyüzü anlaşılacak ve kimlerin, neyi, nasıl ve niçin yaptıkları bilinecektir. Hele; faaliyetlerini vatanî bir gerekçeye ve hizmet arzusuna dayandırmayan ve de yabancılara, yabancı ideolojilere hizmeti gaye edinen misyonerlerin maskeleri, muhakkak surette yere düşecektir.
Bu yazdıklarıma bir itirazınız olacaksa; sizinle, her yerde, her şekilde ve her zaman tartışmaya hazırım.
Türkiye’nin zorda olduğunu biliyorum. Ama bu zorluklar eninde sonunda aşılacak ve Türkiye’nin birlik ve beraberliğini, üniter yapısını bozmak isteyenlerin yüzleri kararacaktır.
Erhan Göksel’in şu sözleri, kulağınızın küpesi olmalıdır:
“Bugün ülke içindeki yaşadığımız SİYASAL sorunlar, ULUSAL GÜÇLERLE, onlara KARŞI OLANLARIN mücadelesi değil; ‘ULUSLARARASI GÜÇ ODAKLARININ Türkiye üzerindeki PLÂNLARININ’ bir sonucudur. Özetle; Türkiye ile ilgili gerek ÜLKE İÇİNDE, gerekse ÜLKE DIŞINDA aklınıza gelebilecek her türlü SİYASAL MÜCADELE, SORUN ve ÇATIŞMA, ne yazık ki; aslî olarak TÜRKİYE’nin iç siyasetinden değil, dış güçlerin TÜRKİYE HESAPLARINDAN kaynaklanmaktadır.”
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.”
Sayın BAKAN;
Türkiye’yi ve Türk milletini iyi tanımayan, tarih ve coğrafya bilmeyen, dünya siyasî tarihini irdelemesini başaramayan, dünya coğrafyasında Türkiye’nin konumunun önemini anlayamayan devlet ve siyaset adamları, yazar-çizerler, aydınlar, akademisyenler yüzünden çok şeyler kaybettiğimiz bir gerçektir. Bu gerçeği dikkate alarak, gereken açılımları yapacağınıza ve gereken tedbirleri alacağınıza ve sorunlara, uygun zeminlerde çözüm arayacağınıza ve bulacağınıza inanmaktayım.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
Caferağa Mahallesi, Hacışükrü Sokak,
No: 2/8. Kadıköy- İstanbul.
3 Ağustos 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder