Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 11 Ağustos 2009
Sayın BAŞBAKAN;
Partinizin Grup toplantısında yaptığınız konuşmanızı dikkatle dinledim. Konuşmanızın bir bölümünde “Demokratik Açılım” girişimleri konusunda söylediğiniz;
"Sorunu bu hale getiren anlayışlardan medet beklemiyoruz. Ama, diyoruz ki; gölge etmeyin, engel olmayın. Bu kardeşlik projesine, bu barış ve bütünleşme projesine, bu millî birlik ve bütünlük projesine kapılarınızı kapatmayın. Gelin bu çalışmayı hep birlikte gerçekleştirelim. Türkiye gençlerini teröre kurban etmeseydi, bugün nerede olurdu? Türkiye, genç, fidan gibi delikanlılarını teröre kurban etmeseydi; son 25 yılını terörle, çatışmayla, faili meçhullerle, boşaltılan köylerle heba etmeseydi; bugün, nerede olurdu? Demokrasinin üzerindeki vesayet tartışmaları, AK Parti ile değil, daha önce sona erseydi; Türkiye bugün nerede olabilirdi?" şeklindeki sözleriniz, düşündürücüdür. Sebebine gelince:
Ülkemizde, üniter yapımıza yönelik bir ayrılıkçı düşünce, tavır ve eylem, Türkler arasında da, Kürt kökenli vatandaşlarımızın arasında da yoktur ve kimse de halinden şikâyetçi değildir. Türkiye’nin her tarafını dolaşan herkes, bu gerçeği net bir şekilde görür.
Ancak; bulunduğumuz coğrafyanın özelliği ve önemi sebebiyle, Türkiye’nin sulh, sükûn, huzur ve güvenini ortadan kaldırmak ve Türkiye’yi çaresiz bırakmak isteyenler, “KÜRT SORUNU” adı verilen bir belâyı, Türkiye’nin başına sarmışlardır.
Prof. Halil İnalcık, Hürriyet Gazetesi Yazarı Soner Yalçın’a verdiği demecinde, Kürt meselesi hakkında şu sözleri söylemiştir:
“ABD ve Batı, bilhassa buradaki petrol kaynakları nedeniyle bağımlı hükümetler yaratıyor bölgede. Bu hükümetler arasında en kuvvetli durumda olanı, en bağımsız hareket edeni Türkiye'dir. Türkiye'yi bağımlı tutmak için Amerika olsun, Avrupa olsun, Kürt meselesine çomak sokuyorlar. Mesele bugün Irak savaşından sonra açıkça ortaya çıktı; Amerika bizim güney hududumuzda açıkça bir Kürt devletinin altyapısını hazırladı.
Benim görüşüme göre Amerika, Ortadoğu'da Türkiye gibi büyük bir kuvvetin daima müşkülat içinde bulunmasını ister. Bu açık bir hakikattir.
Kuzey Irak'ta ABD'nin politikası bu konuda açık, orada Kerkük-Musul petrol kaynakları üzerinde kendisine uydu bir devlet istiyor.
Bugün Amerika Ortadoğu'ya hâkim olmak istiyor; İsrail'i yarattı, Irak'a geldi. Kuzey Irak'ta başka bir İsrail devleti yaratmaya çalışıyor.
AB ve ABD bugün Kürtleri destekliyor; Ermeniler ve Kürtler, şimdi Amerika'nın Ortadoğu'da yeni “parçala-bağımlı yap” politikasından kendileri için çok ümitliler.
Dünyanın her tarafında Kürt milliyetçileri saldırı halindedir. Vahim olan, bugün Ermeni meselesi gibi, uluslararası bir mesele halini almıştır. Görmezden gelmekle mesele kalkmıyor; AB neden bu kadar üzerimize geliyor. Bütün amaç, Batı’nın desteğini almak.
İşin vahameti şuradadır:
Biz hâlâ Osmanlı gibi Türkiye büyük devlettir, bunlar kurusıkıdır diyoruz. Hayır, 19. yüzyılda Avrupa bu yolla Ortadoğu'yu nasıl hükmü altına almaya çalıştıysa bugün de Türkiye'ye karşı aynı politikayı sürdürmektedir.
Bence bütün bunlar, Avrupa'da 19. yüzyıldaki “Question d'Orient” politikasının devamından başka bir şey değildir.”
Ayrıca herkes, bu sorunun ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL’İN, kendi istek, çıkar ve hedefleri doğrultusunda, müştereken yarattıkları bir sorun olduğuna inanmaktadır. Halkın asıl derdi; işsizlik, geçim sıkıntısı ve fukaralıktır. Bu açıdan değerlendirecek olursak; karşınızda, bıkmış, küstürülmüş ve şevkini kaybetmiş geniş halk kitleleri vardır.
Eğer gerçek anlamda bir açılım yapmayı düşünüyorsanız; halkın gerçek sorunlarına çare bulacak ve geniş halk kitlelerini rahatlatacak açılımlar yapmalısınız ve yol haritası geliştirilmelisiniz.
Her ne kadar icraatlarınızla, 79 yıllık Cumhuriyet döneminin hizmet ve kazanımlarını inkâr ederek övünseniz de, ülkenin; topyekûn kalkınmayı sağlayacak ve geniş halk kitlelerini, SOSYAL REFAH DEVLETİ anlayışına uygun bir şekilde idare edilmediği de, bir gerçektir. Göstergeleri de bilinmektedir:
-Gelir dağılımı fevkalâde kötü ve adâletsizdir.
-İşsizlik, fukaralık ve çaresizlik, geniş halk kitlelerini bunaltacak derecede yaygındır.
-Dolaylı vergiler, dolaysız vergilerin iki katına çıkmıştır ve yükü, geniş halk kitlelerinin üzerine bindirilmiştir.
-Ocak-Haziran 2009, 6 aylık dönemde Merkezi Yönetim Bütçesinden 27 milyar 242 milyon lira FAİZ HARCAMASI yapılmıştır ve bu harcama, 6 aylık PERSONEL GİDERİNE eşittir. Yıl sonuna kadar yapılacak faiz harcamasının 55-60 milyar liraya ulaşacağı tahmin edilmektedir.
-Bu, 6 aylık dönemde Merkezi Yönetim Bütçesi, 23 milyar 205 milyon lira AÇIK vermiştir ve bu açık, 27 milyar 133 milyon lira borçlanarak kapatılmıştır.
-Merkezi Yönetimin toplam BORÇ STOKU, Hazine verilerine göre 408 milyar 915 milyon liraya ulaşmıştır.
-Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz, yabancıların eline geçmiştir. Perakende ticaretimiz dahî yabancıların elindedir. Yabancıların kâr transferleri, belimiz bükecektir ve geleceğimizi ipotek altına alacaktır.
-Tarım ve hayvancılıkta üretim, 1980 yılının gerisindedir ve gıda maddeleri ithalâtı için ödediğimiz para, 15 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır ve artarak devam edecektir.
-Halkın, 2002 yılında 6 milyar 400 milyon lira olan banka borçları (Tüketici ve İhtiyaç kredileri ile Kredi kartları borçları), bugün, 150 milyar liraya ulaşmıştır.
-Tabir caizse Türkiye, FİNANS ve BANKACILIK kesimiyle, Türkiye’nin ekonomisini istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 HOLDİNGE esîr edilmiştir. Merak edenler bu gerçeği, bankalardaki mevduatın dağılımına ve Türkiye’nin ekonomisine ve para piyasalarına yön veren “PİYASA YAPICISI” bankaların listesine bakarak öğrenebilirler.
Sayın BAŞBAKAN;
İster kabul edilsin veya reddedilsin; Türkiye, gerçek gündemini, hedeflerini ve önceliklerini kaybetmiştir. Çünkü; iktisadî bağımsızlığımızı kaybetmiş durumdayız. Bu kusur, sâdece iktidarınızın kusuru da değildir. 12 Eylül 1980’den sonra DEVLET, bir ticarethâne zihniyeti ile idare edilmiştir. İktidarınız da DEVLETİ, bu anlayışa göre yönetmiş ve “SOSYAL RAFAH DEVLETİ” anlayışından uzaklaşmıştır.
Dikkatlerinize arz ediyorum:
12 Eylül 1980 sabahı Türkiye’nin dış borçları, 12 miyar 500 milyon dolar seviyesindeydi ve iç borcu yok denecek kadar azdı. Faiz ödemeleri, bütçenin yüzde 3’ünü geçmiyordu.
Bugün iç ve dış borçların toplamı, özel sektörün borçları dâhil, 500 milyar dolara ulaşmıştır. 2002 sonu itibariyle toplam borç stoku, 210 milyar dolardı. 7 yıllık iktidarınız döneminde borç stoku ikiye katlanmıştır. Üstelik; aradan geçen 29 yıl zarfında 600 milyar dolar faiz ödemesi yapılmıştır. 7 yıllık iktidarınız dönemindeki faiz ödemesi 200 milyar doları aşmıştır. Kâr transferleri hariçtir. Ayrıca bu dönemde; 2002 sonunda devraldığınız iktisadî değerlerimizin yabancılara satışından, bizzat ifade ettiğinize, göre 50 milyar dolar gelir de sağlanmıştır.
Bu durum göstermektedir ki; halkı asıl ilgilendiren konu, Türkiye’nin, topyekûn kalkınmayı sağlayacak ve halkı refaha ulaştıracak şekilde iyi idare edilmesidir.
Bu mektubumu; Türkiye’nin, başkalarının yarattığı sorunlarla kaybedecek zamanı olmadığını hatırlatmak için yazdım. Zirâ; istendiği kadar “Demokratik Açılım” sözleri söylesin ve ortaya “Yol Haritaları” konsun; İmralı’daki Öcalan’ın sesi, herkesten fazla çıkacaktır. Bu da; Türkiye’yi, zor günlerin beklediğinin habercisidir.
Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
11 Ağustos 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder