Sayın Ali BABACAN
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 18 Ağustos 2009
Sayın BAKAN;
Şanlıurfa’da yapılan toplantıdaki konuşmanıza başlarken söylediğiniz;
“Başbakanımızın yaptığı gibi artık yüksek sesle kendimize sormamız gerekiyor:’Türkiye, son 25 yılını Güneydoğu'da çatışmalarda heba etmeseydi, enerjisini terör belâsı nedeniyle harcamasa, sorunları daha erken çözebilseydi, bugün nerelerde olurdu?’ Bunun için artık hiçbir alanda kaybetmeye tahammülümüz yok. Önümüzde eşsiz bir fırsat var ve yıllardır süren terör belasını sona erdirip, kardeşler arasına nifak tohumları ekenleri elimizin tersiyle iterek, bunu beraber başarabiliriz.” sözleriniz, düşündürücüdür ve bir o kadar da hayret vericidir. Sebebine gelince:
Terörün sebebi ne Türkiye’dir ve ne de, Türk milletidir. Ülkemizin hiçbir köşesinde Türk-Kürt ayrışması ve düşmanlığı yoktur. Terörü yaratanların, destekleyenlerin, yönlendirenlerin dışında herkes, terörden şikâyetçidir ve sona erdirilmesini istemektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın, bir ayrılıkçı ve bütünlüğümüzü bozacak talepleri de yoktur.
Ne var ki: Bölgeyi, kendi istek, çıkar ve hedefleri doğrultusunda şekillendirmeye kararlı olan ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL, müştereken Türkiye’yi huzursuz etmek, gerçek hedeflerinden uzaklaştırmak ve kendilerine tabi hale getirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Zira; iç ve dış gailelerle boğuşan, gerçek hedeflerinden uzaklaşan huzursuz, mutsuz, çaresizlik içersinde kalan; fertleri, bir birleriyle kavga eden bir Türkiye istemektedirler. Türkiye’nin siyasî tarihini iyi bilenler, bu gerçeği, gayet açık bir şekilde görürler. Bu sebeple;
Henüz daha ne olduğu bilinmeyen ve kamuoyuna açıklanmayan “Kürt sorunu açılımı” veya “Demokratik açılım” adını verdiğiniz konu ile gündem belirlemeye çalışacağınıza; gerçekleri, dosdoğru bir şekilde açıklayarak, “Bu sorun, bizim yarattığımız bir sorun değildir. Bu sorun, ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL’İN, müştereken kendi hedefleri doğrultusunda yarattıkları, destekledikleri, yönlendirdikleri bir sorundur. Hedeflerini gerçekleştirmek için Talabanî’yi, Barzanî’yi, PKK’yı ve DTP’yi teşvik ederek maşa olarak kullanmaktadırlar.” deseniz, bu meseleyi kökünden halletmiş olursunuz ve sorunun gerçek muhataplarını, kamuoyuna duyurmuş olursunuz.
Konuşmanızın bir başka bölümünde;
“Ekonomide de bu gelişmelere paralel atılım sergiliyoruz. Tüm ekonomik göstergelerde bu ülkeyi tarihinde şahit olmadığı seviyelere taşıdık. Büyüme, enflasyon, ihracat, istihdam ve her alanda hiç tecrübe edilmeyen seviyeleri beraber gördük. En küçük siyasi krizde dengeleri alt üst olan Türkiye ekonomisi artık küresel ölçekte tarihi krizlere karşı bile direnç gösteriyor. Türkiye ne dış politikada, ne iç politikada sosyal yaşamda ekonomide bu seviyelere kendiliğinden ulaşmadı. Türkiye’yi bu seviyelere bizim kararlı, tutarlı, sağlam politikalarımız ulaştırdı. Ülke genelinde sağladığımız istikrar ve güven bizi bu seviyeye taşıdı.” ifadelerini kullanarak, Türkiye’nin geçmişini ret ve inkâr etmişsiniz. Ki; buna hiç hakkınız yoktur. Üstelik bu ifadeler, Türkiye’nin iktisadî tarihini iyi bilmediğiniz anlamına gelir ve yanlış iktisat ve para politikaları ile milleti oyalamış olursunuz. Bilinmesini isterim:
Türkiye, 12 Eylül 1980’den itibaren yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edilmiştir ve bu dönem zarfında bütün ekonomik krizler, Türkiye’yi zaafa uğratmak, gerçek hedeflerinden uzaklaştırmak ve milleti fakirleştirmek için, küresel sermaye tarafından bilinçli olarak yaratılmıştır. Aynı yanlış iktisadî politikaları, iktidarınız da kabullenmiş ve devam ettirmiştir. Var olduğunu iddia ettiğiniz istikrar, halka bir şey vermemiştir ve “Döviz-Faiz-Borsa” üçgeninde rant sağlayanlara yaramıştır. Bu modelde üretim ve topyekûn kalkınma yoktur. Dolar ticaretine dayalı bu model, ancak dış desteklerle sürdürülmektedir. Ki; bu tarz gelen dış sermaye, Türkiye’nin varlıklarını eritmekte ve yatırım fakiri bırakmaktadır. Bu model, milleti aç ve işsiz bırakmış ve gırtlağına kadar borca batırmıştır. İtiraz edenler, bugünkü dolar kurunun, 2002 yılı Mayıs ayının kuruna, niçin eşit olduğunu, açıklamak zorundadırlar. Geçerli bir açıklama, her şeyin sırrını çözecektir.
Şanlıurfa’da bulunuşunuzun sebebi, bölgenin ekonomisini canlandırmak, bazı açılımları açıklamak içindir. Ki; buna benzer bir açıklamayı, 28 Mayıs 2008 tarihinde Başbakan Erdoğan, “Gap Eylem Plânı” adını verdiği açılımı sebebiyle yapmıştı. Bu plânı gerçekleştirmiş olsaydınız, bugün Şanlıurfa toplantısına lüzum kalır mıydı?
Maksadımı daha iyi anlatabilmek için, Başbakan Erdoğan’a yazdığım 28 Mayıs 2008 tarihli mektubumun suretini bilgilerinize ve takdirlerinize arz ediyorum:
“ Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
BAŞBAKN
Ankara 28 Mayıs 2008
Sayın Başbakan;
Diyarbakır'da büyük gösteriyle ilan ettiğiniz "GAP EYLEM PLANINI" açıklarken yaptığınız konuşmanızı, dikkatle dinledim. Konuşmanızın en önemli bölümü;
"Bu paket, talihi de değiştirecek ve tarihi fırsatlar yaratacak, bölgeyi geri kalmışlıktan kurtaracak bir kurtuluş projesidir. Güneydoğu bölgemizin yüzünü güldürecek ve bütün Türkiye'nin kalkınmasını sağlayacak bir projedir. geçmiştekilerin yaptığı gibi siyasi söylem ve popülist politiklarla milletimizi oyalamayacağız. Açıkladığımız plan, kaynağı tamamlanmış, tarihi belirlenmiş bir eylem planıdır. Başarı, adaleti yaymak, refahı paylaştırmakla mümkündür." şeklindeki sözlerinizdir.
Türkiye'yi 1957 yılından beri çok dikkatli izleyen ve olup-bitenleri, hislerden azade aklın, mantığın ve ilmin tahtında irdeleyen bir vatandaş olarak merak ettiğim hususu şudur:
GAP PROJESİ, Türkiye'nin en iyi planlanmış ve en büyük projesidir.
Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sulama amaçlı ve enerji üretimli 15 adet baraj planlanmıştır.
1965'ten itibaren yürürlüğe konan projeye göre inşa edilen 14 adet baraj, 2002 yılına kadar tamamlanmıştır. İnşası tamamlanan bu barajların sekiz adedinden 20 milyar kilovat/saat elektrik enerjisi elde edilmektedir.
İktidarınız döneminde ise 5 Ağustos 2006 tarihinde ILISU BARAJININ temeli atılmıştır ve 2013 yılında tamamlanması öngörülmüştür.
Bu projeyle yakın ilgisi bulunan Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralinin inşasına 1965 yılında başlanmış ve 1975 yılında tamamlanmıştır.
Harran Ovası'nın ve Ceylanpınar'ın sulanması için Urfa Tünelleri'nin inşasına 3 Nisan 1977'de başlanmış; 7.62 çapında ve 26.4 kilometre uzunluğunda olan bu tünellerin birincisi (T1), 1995'te bitirilerek hizmete açılmış; İkincisi (T2), 6 Mayıs 2002'de tamamlanmıştır. Ancak; ovaların sulanması için gereken kanalların tamamlanmaması sebebiyle tünellerden sadece birisinden yararlanılmaktadır. T1 Tüneli, şu anda bakımdadır.
Fırat üzerindeki barajlar tamamlanmış; 1 milyon 100 bin hektar araziden ancak 200 bin hektar arazi sulanabilmektedir. Açıkladığınız eylem planına göre sulanacak araziler, 300 bin hektarlık Harran Ovası, 300 bin hektarlık Ceylanpınar Aşağı Mardin Ovası ile Dicle, Batman kıyı projeleri, Silopi Cizre- Nusaybin-İdil projeleri kapsamındaki arazilerdir.
Sulama projeleri için gereken para, 2.5 milyar dolardır.
Dikkat edilirse; aslında, GAP Projesi'nin yüzde 85'i tamamlanmıştır.
Bu gerçekler karşısında, "6 yıllık iktidarınız döneminde, sulama projelerini niçin gerçekleştirmediniz?" diye soracak olursam; acaba, cevabınız ne olur?
En kritik sorum da, şu olacaktır:
Sulama projelerinin tamamlandığını farz edelim ve bölgede 1 milyon ton pancar ürtimi imkanına kavuştuğumuzu farz edelim; o zaman, Şeker Kanunu kapsamına göre Türkiye, nasıl bir yaptırımla karşılaşacaktır? Mısır üretimi için de aynı sorum geçerlidir. Zira; şeker kanununa göre, tatlandırıcı elde edilen bitki üretimine de sınırlama getirilmektedir.
Pamuk, pirinç, ayçiçeği ülkemizin diğer bölgelerinde de üretilmektedir. Ama; uygulanan tarım politikaları sebebiyle yeterli seviyede üretim yapılamamaktadır.
Bu durum karşısında hazırlanan eylem planına göre tarım ve hayvancılık konusunda ne gibi teşvikler düşünülmektedir?
Sayın Başbakan;
GAP Projesi kapsamında 9 il bulunmaktadır. 9 ilin yüzölçümü, 75 bin kilometrekaredir ve nüfusu, 6.5 milyondur. Bu projeyle 4 milyon kişiye nasıl iş imkânı sağlanacaktır?
880 bin kilometrekare arazisi olan Türkiye ve 75 milyon insanımız için nasıl bir eylem planı düşünmektesiniz? Türkiye'yi ve Türk milletini topyekûn kalkınmaya götürecek nasıl bir ekonomi modeli geliştirmeyi düşünmektesiniz?
Bu mektubumu, Türkiye'yi 2002 yılında başlattığınız ve geçmiş iktidarları, hiçbir şey yapmadıkları ithamıyla suçladığınız için yazdım.
Görüşlerimi ve eleştirilerimi, samimi duygularla yapmaktayım. Görevlilerin ve danıştığınız iktisatçıların sizi, yanılttıklarına inanmaktayım. Duygulara hitap etmekle, hisleri galeyana getirip, iktidarda kalabilme gayretleriyle Türkiye'nin sorunlarının çözülemeyeceği ve hedeflerinin gerçekleştirilemeyeceği gerçeğini hatırlatmak istiyorum.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı”
Sayın BAKAN;
Ne kadar övünürseniz övününüz; gerçek olan husus, ülkeyi iyi idare edememiş olmanızdır.
2002 yılı sonunda iktidarınıza devredilen önemli varlıklarımızı yabancılara satmış olmanıza ve bu yolla 50 milyar dolar gelir sağlamış olmanıza rağmen; ekonomimiz, düzgün değildir ve yabancı desteğine muhtaçtır. Spekülâtif ve ideolojik yatırım için gelen bu dış sermaye kesildiği an, KRİZİN gerçek boyutu anlaşılacaktır. Zira:
Türkiye, üretimden uzaklaşmıştır.
İşsizlik yaygınlaşmıştır ve işi olanlar da, aldıkları ücretlerle geçinememektedir.
Tarım ve hayvancılık çökmüştür ve Türkiye, kendi kendisini besleyemez duruma düşmüştür. Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip Türkiye, kendi kendisini besleyemez durumdadır.
Bankacılık sektörü iyi kâr etmektedir. Ama, millet, borç batağına saplanmıştır.
Küçük esnaf, tacir ve sanatkâr tasfiye edilmiş ve küresel sermaye, perakende ticaretimizi eline geçirmiştir.
Bütçe açığı ürkütücü boyuttadır ve Sosyal Güvenlik Kuruluşları, yükümlülüklerini yerine getiremeyecek derecede zordadır.
İç ve dış borçlar, millî gelire yaklaşmıştır ve giderek artmaktadır.
Millî sermaye tasfiye edilmiştir.
Bu durum karşısında eğer, selektif teşviklerle Türkiye’nin ekonomisini düzelteceğinizi zannediyorsanız, yanılıyorsunuz ve yanıldığınızı, acı bir şekilde öğreneceksiniz. Zira; yürürlükteki ekonomi ve para politikaları ile Türkiye’yi rahatlatmak ve milleti refaha ulaştırmak, mümkün değildir ve bunu, hiç kimse başaramaz.
Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
18 Ağustos 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder