Sayın Tevfik DİKER
19-20.ci dönem Milletvekili
Ankara 23 Ağustos 2009
Sayın DİKER;
23 Ağustos 2009 tarihli ve “Başbakan Erdoğan, ya ‘KAHRAMAN ‘ ya da ‘SİYASÎ MEVTA’ olacak!..” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Bilinmeli ve kabul edilmelidir:
Kişilerin hayatları, milletlerin hayatlarına nispetle, çok kısadır. Sonra; Hak ve hakikat, kişilerle kaim değildir ve kişilerle ancak ve ancak zulüm payidâr olur. Aslolan; DEVLETİ, ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre İŞLETEBİLMEKTİR.
Son 29 yıl zarfında, medyanın, bazı kişi ve kurumların, iç ve dış odakların parlatarak milletin önüne koyduğu birçok MUCİZE KİŞİLER gördük. Bu kişilerin YAPAY PARLAKLIKLARI, bir talaş alevi gibi söndü; her ateşin yerini küle bıraktığı gerçeğine uygun biçimde zaman içinde eridi, gitti. Geriye de; iç ve dış gailelerle boğuşan bir DEVLET ve MİLLET kaldı.
Neden?
Çünkü DEVLET, ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre işletilememiştir ve hep, MUCİZE KİŞİLERDEN medet umulmuştur. Bu sebeple;
Başbakan Erdoğan’ın KAHRAMAN veya SİYASÎ MEVTA olup, olmayacağı önemli değildir ve devletin, nasıl İŞLETİLDİĞİ önemlidir. Zîra DEVLET, bir TİCARETHANE değil, SOSYAL bir MÜESSESEDİR. Sosyal görevlerini ihmâl ederek vatandaşlarını aç, açık ve çaresiz bırakan bir DEVLET, gerçek FONKSİYONUNU yitirir.
Devleti yönetenlerin hataları, GÜNEŞ TUTULMASINA benzer; onları herkes görür. BÜYÜKLÜK, KUVVETLİ OLMAK DEĞİL, KUVVETİ YERİNDE KULLANMAK demektir. Ne güzel söylemişler:
Cehaletle dehâ arasındaki gerçek fark: Dehanın sınırları vardır, cehaletin ise, hiçbir sınırı yoktur.
Sözü, daha fazla uzatmayacağım; Başbakan Erdoğan’a yazdığım 22 Ekim 2008 tarihli mektubumun suretini bilgilerinize ve takdirlerinize sunmakla yetineceğim:
“Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 22 Ekim 2008
Sayın Başbakan;
Hedefleri ve sorunları büyük olan Türkiye’yi idare etmek; maruz kaldığımız ve kalacağımız iç ve dış husumetler sebebiyle kolay değildir ve çok dikkat ister.
Son Diyarbakır ziyaretinizdeki yaşananlar, bu görüşümü doğrular. Çünkü; DTP’nin yöneticileri ve milletvekilleri, belediye başkanları, işin başında yüklendikleri misyonlarının gereği olarak, terör örgütü PKK’nın tehditkâr emirlerine uymuşlardır. PKK; hiç çekinmeden “Başbakan Erdoğan’ı karşılamaya gidenler hedefimizdir.” diyerek, korku yaratmıştır. Doğu ve Güneydoğu’daki feodal yapı sebebiyle de halk, çaresiz kalarak evlerine kapanmış ve kepenklerini kapatmıştır. Meydan da, kiralık göstericilere kalmıştır.
Bu gerçeği, “Terör örgütü kan dökerek bölge halkını sindirmeye çalışıyor. Terör örgütünün son dönemlerde, eylemlerini sıklaştırmasına neden olan en temel etken budur” sözleriyle, bizzat siz de ifade ettiniz.
Bu olaylar, başta iktidarınız olmak üzere herkesi derin, derin düşündürmelidir. Zira; hangi döneme ait olursa olsun yaratılan terör eylemleri, bir hak arama eylemi değil; Türkiye’nin üniter yapısına ve toprak bütünlüğüne yönelik saldırı eylemidir. PKK, bu hedefin taşeronluğunu üstlenmiştir. PKK’nın arkasında ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL’in hedeflerine uşaklığı kabullenmiş Barzani ve Talâbanî vardır. Bu sebeple;
“Türkiye özgürleştikçe, terör örgütünün paniği artıyor. Yıllar yılı bu, böyle olmadı. Terör örgütü, devletin milletle bağını kesmeye çalışmadı” şeklindeki sözleriniz yanlıştır ve sizi de yanıltır.
Herkes, başından itibaren 1990’lı yılları hatırlamalıdır: O yıllarda meydana gelen terör olayları, hedef olarak bugünkü eylemlerden farksızdır ve devletin milletle bağını koparmak için yapılmıştır. Özgürlük iddiası bir aldatmaca ve yem olarak kullanılmıştır. Bölge halkına korku salmak için de PKK, çoluk-çocuk, ihtiyar-genç, Türk-Kürt ayırımı yapmaksızın acımasızca büyük katliyamlar yapmıştır. Yoksa; hiç kimse, Türkiye’de özgürlüklerin olmadığından bahsedemez. Zira; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olan herkes, ırkına, cinsine ve inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşlarımız Devletin baskılarına maruz kalmamıştır. Asıl baskı, feodal yapı sebebiyle aşiret reislerinden, ağalardan ve tarikat liderlerinden gelmektedir. Aksi olsaydı ve halkın ayrılıkçı niyeti bulunsaydı; halk ayaklanır ve bir iç çatışma kaçınılmaz olurdu. Halkı yıldırmak, korkutmak, bir Türk-Kürt çatışmasını ateşlemek, PKK’nın üstlendiği bir görevdir. PKK’nın hizmet ettiği efendileri de dışarıdadır.
Bu bakımdan, Devleti işletmekle görevli olan iktidarın Başbakanı olarak, “Her makamın bir sözü vardır ve her sözün bir makamı vardır” gerçeğini, herkesten fazla benimsemek ve icabını yerine getirmek zorundasınız. Vaktiyle danışmanlığınızı yaptığı beyan edilen Bugün Gazetesi Yazarı Mehmet Metiner’in düzenlediği Kürt Raporu veya Batılı ülkelerin ma’nevî ajanlığını kabullenen ve her zaman Kürt meselesini, yanlışlarla kaşıyan ve dışarıdan beslenen aydınların ve yazarların görüşleri, sizi yanıltmamalıdır. İtibar ve rağbetiniz; Türkiye’yi ve Türk milletini iyi tanıyan, tarih ve coğrafya bilen, dünya siyasi tarihini irdelemesini başaran ve dünya coğrafyasında Türkiye’nin konumunun önemini iyi anlayan yüksek ahlâk ve fazilet sahibi arif kişilere olmalıdır. Çünkü; yüksek Ahlâk ve fazilet sahibi ve arif olan kişiler; yanıltmazlar, aldatmazlar, vefasızlık göstermezler ve nankörlük yapmazlar; verilenle yetinerek açgözlülük etmezler; hizmetlerini, vatanî bir gerekçeye ve hizmet arzusuna dayandırırlar. Tarihe dikkat edilmelidir:
Haris, çıkarcı, verilenle yetinmeyen, açgözlü, ahlâk ve fazileti dışlayan ve yalancı kişilerin dokudukları fitneler, Kanunî Sultan Süleyman’ı da mağlûp etmiştir ve Şehzade Mustafa’nın idamına sebep olmuştur. Tarihin hiçbir döneminde düşman bizi yemedi; biz, kendi kendimizi yedik. Gerçekleri de, köşk, bağ ve bahçe gittikten sonra gördük. Ama; bu, kaybettiklerimizi geri getirmedi. Onun içindir ki:
“Tarih, olayları anlatan bir bilim değil; olayların cereyan ettiği zamandaki siyasî, iktisadî ve sosoyal meseleleri inceleyen ve irdeleyen bir bilimdir.” denmiştir. Ve yine tarihen sabittir ki;
Etraflarında, daimâ fitne ve fesat doğuran Firavun neş’esindeki insanları bulunduran devlet ve siyaset adamları, büyük çileler çekmişler ve hezimete uğramışlardır. Firavunluk neş’esi herkeste vardır. Ancak; yüksek ahlâk ve fazilet sahibi kâmil insanlar, kendilerini Firavun’luk neş’esinden kurtarabilmişlerdir.
Ana kaidelere ve ana belgelere göre işleyen bir DEVLET ve işleyen bir REJİM arayan; REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşıyan; vatandaşlık GÖREV ve HAKLARINI iyi bilen dikkatli bir vatandaş olarak ve DEMOKRATİK haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı."
Sayın DİKER;
Devletin yüce makamları, kişilerin istirahat ve ihtiraslarının tatmin yeri değil, milletin dayanağıdır. Bu gerçeği benimsemeyenler, kabullenmeyenler ve icaplarına uymayanlar, daimâ sorun yaratırlar ve adâletten uzaklaşırlar. Tarih, her döneminde bu gerçeği ispatlamıştır. Hürriyetlerin adâletle tahdid edilmediği sahalarda, demokrasi adı altında ACI ESARETLERİN kurulduğu, görülmemiş bir husus değildir. Zîra güç; avuç içine alınan kum gibidir, sıktıkça, parmaklar arasından akıp gider.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
23 Ağustos 2009 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder