31 Ağustos 2009 Pazartesi

Hedef iyi seçilmelidir.

Sayın Beşir ATALAY
İçişleri Bakanı
Ankara 31 Ağustos 2009


Sayın BAKAN;


Aylardan beri Türkiye’nin bir numaralı gündemi haline gelen “Kürt açılımı” veya “Demokratik açılım” adı verilen ve henüz daha içeriği iyi bilinmeyen konu hakkında yaptığınız açıklamayı dikkatle dinledim.

Üzülerek ifade etmek isterim ki; kardeşlik ve barış çağrıları altında gündeme getirilmek istenen konularda bir açıklık bulamadım. Neyi hedeflediğinizi, hedefinizi nasıl ve hangi yöntemle gerçekleştireceğinizi net olarak ortaya koyamadınız. Bana göre açıklamanızın en önemli bölümü, şu ifadelerinizdir:

“Bu görüşmelerde pek çok husus gündeme getirildi. Farklı kesimlerden fikir aldık. Görüşmelerde muhataplarımızı dinledik ve fikirlerimizi söyledik. Bu konuda da gerçekten hedefe ulaştık. Yaptığımız hemen bütün görüşmelerde, sorunun çözülmesi gerektiği konusunda toplumda mutabakat olduğunu gördük. Herkes bir defa terörün bitmesini ve demokratikleşmeyi istiyor. Bu konuda herkesin, siyasi partilerin elini taşın altına koyması ve sorumlu davranması gerekiyor. Bu süreçte tüm sivil toplum kuruluşları ve muhataplarımız sorumlu davrandı ve sürece müdahil oldular.”

Merak edilmez mi:

-Gündeme getirilen hususlar nelerdir?

-Farklı kesimler neler söylediler?

-Muhataplarınız neler dediler ve siz neler söylediniz?

-Ulaştığınız hedef nedir?

-Toplumda oluşan mutabakat neleri kapsamaktadır?

-Terörün bitmesini isteyenlerin hedefledikleri demokratikleşme nedir?

-Başta siyasî partiler olmak üzere herkes, hangi hedef doğrultusunda elini taşın altına koymalı ve sorumlu davranmalıdır?

-Bu süreçte sivil toplum kuruluşları ve muhataplarınız, hangi ölçü ve isteklere göre sorumlu davrandılar ve müdahil oldukları süreç nedir?


Sayın BAKAN;

Bulunduğumuz coğrafyanın önemi ve özellikleri sebebiyle Türkiye’nin sıkıntıda olduğu; başkalarının hedef ve çıkarları doğrultusunda iç ve dış husumetlere maruz kaldığı bir gerçektir. Zîra; bölgede yalnız değiliz ve bir BÜYÜK OYUNCU, bölgeyi yeniden şekillendireceğini açık bir şekilde ve hem de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütün dünyaya ilân etmiştir. Fiilî durum da bilinmektedir:

Bu büyük oyuncu, Irak’ın Cumhurbaşkanlığı makamına Celâl Talâbanî’yi oturtmuştur ve Irak’ın kuzeyinde “BÖLGESEL KÜRT YÖNETİMİ “ adı altında henüz daha resmen ilân edilmemiş bir Kürt devleti oluşturmuş ve yönetimini de Barzanî aşiretine vermiştir. Bununla da yetinmemiş; yarattığı, donattığı, eğittiği ve desteklediği bir terör örgütü olan PKK’yı da, başımıza musallat etmiştir.

İmralı’dan yönetilen ve PKK’nın bir terör örgütü olduğunu söylemeyen; Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi ile dirsek temasında olan ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın haklarını savunduğunu iddia eden DTP; hiç çekinmeden, hiç geri adım atmadan açık bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okuyarak, Kürt milliyetçiliği esasına dayanan tahriklerine devam etmektedir. Hem de; Kürt kökenli vatandaşlarımızın kahir ekseriyetinin, ÜNİTER YAPIMIZIN muhafazasından yana olduklarını bildikleri halde, ayrılıkçı bir hareketi desteklemektedir.

Bütün bunlar bilinirken; “Kürt açılımının” veya “Demokratik açılımın” ne olduğunu ve nasıl bir çözüme kavuşturulacağını bilmek, devletine sadık ve itaatkâr geniş halk kitlelerinin hakları değil midir?

Belki lüzumsuz addedilebilir; ama, ses ve sinema sanatçısı Hülya Avşar’ın, bu açılımla ilgili olarak söylediklerini, bilgilerinize ve tetkiklerinize arz etmekte fayda görüyorum. İşte Hülya Avşar’ın, bir gazeteciye söyledikleri:

“Türkler bu ülkenin bölünmemesini istiyor. Topraklarını, milletlerini korumak istiyor. Buna da sonsuz hakları var ama yöntem hataları yaptıklarını kabul etmeliler. Ben de sonuna kadar Türküm ama bu Kürtleri yok saymak, onlara etnik baskı yapmak anlamına gelmemeli. Yani “Bu dünya, bu deniz, bu güneş yalnızca size ait değil” derdim. Ama aynı anda dönüp Kürtlere şunu söylerdim: “Şimdi Anayasa’yı bozup içine ille de bir ‘Kürt milleti’ni sokma zamanı değil. Hazır demokratik açılım deniyorken önce haklarınızı savunun ama ‘Türk’ üst kimliği altında savunun. Bunu, şimdi kabul etmeleri şart.”

Şu gerçeği de herkes kabul etmek zorundadır:

Bulunduğumuz coğrafya zor ve netamelidir. İşin başında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin seçtiği hedef bilinmektedir:

Kendi kendine yeterli ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmuş; hedef kovalayan ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelen; iç ve dış gailelerden arınmış; huzurlu, mutlu ve refah içinde yüzen bir BÜYÜK TÜRKİYE!

Bu hedefi gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan şey; SULH, SÜKÛN, HUZUR ve GÜVEN ortamı içersinde geçirebileceğimiz 15-20 yıllık bir zaman dilimidir. Ne yazık ki; Türkiye, böyle bir zaman dilimini, hiçbir zaman yakalayamadı.

Acaba, neden?

Çünkü; Bölge ve Türkiye üzerinde, başkalarının da hedefleri vardır. Onların hedefleri de bellidir:

Kendi kendisine yetersiz ve daima başkalarına muhtaç; “OTUR!” denilen yerde oturan, “KALK!” denilen yerde kalkan; iç ve dış gailelerle boğuşan; gerçek hedeflerini unutan HUZURSUZ, MUTSUZ, FUKARALIKLA mücadele eden bir ZAYIF TÜRKİYE.

İşte Türkiye’de olup, bitenler, bizim ve başkalarının hedeflerinin mücadelesinden ibarettir. Ne yazık ki; 29 yıldan beri Türkiye’yi yönetenler bu gerçeği kavrayamamışlar ve başkalarının direktif ve arzularından medet ummuşlardır. Kimse alınmasın: Dış siyasetimiz ABD’ye, iç siyasetimiz AB’ye, ekonomimiz de İMF ve Dünya Bankası’na endekslenmiştir. Bu hengâmede; bir birimizle kavga ederek, zıtlaşan bir toplum yapısı oluşturmayı gayet iyi başardık. Ülkeyi yönetenler, siyasî ikbal ve ihtiraslarını ön plânda tutarak; tarihin, hiçbir döneminde tekzip edilemeyen şu gerçeği görmezden gelmişlerdir:

“Tefrikalar, ihtilâflar, kavgalar içinde çalkalanan, fertleri bir birleriyle boğuşan milletler, harice karşı mevcudiyetlerini muhafaza edemezler.”

Açılımın ne olduğunu, bu hususta nelerin yapılacağını bilmediğim için demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Şöhretli biri olmadığım halde, dikkate alacağınıza inanmaktayım.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: