19 Aralık 2009 Cumartesi

DİN ve VİCDAN

Sayın Hayrettin Karaman
Yeni Şafak Gazetesi Yazarı
İSTANBUL
6 Haziran 2008


Sayın Karaman;


6 Haziran 2008 tarihli ve "Cahilin Cesuru" başlığını taşıyan yazınızı okudum.

İlim sahibi olduğunu iddia eden kişinin, gıybeti andıran ve tefrika yaratacak yazılar yazması aslında, koyu bir cehaletin ispatıdır. Ki; bunlar, asırlardan beri görülen dışı hoş, içi boş, "ilim adamıyım" diye ortaya çıkan ve kitleleri yanıltıp, İslâm Dini'nin özünden uzaklaştıran gayretkeşliktir.

Önce, yanıldığınız ve belki de hiç düşünmediğiniz bir hususu hatırlatayım:

Kura'n-ı Kerim, bir sır kutusudur, erbabına açılır. Zira; elfazı Arapça olsa da, mânâsı Allah'çadır. Zaten öyle olmasaydı; her arabın okuyup, anlaması gerekirdi. Bu sebeple de Kur'an'daki ayetleri, zaman tefsir eder. Bunun anlamı da gayet açıktır: Kur'an-ı Kerimin ayetleri, daima nüzuldedir. Bu gerçeği de işin erbabı, Hz. Peygamberimize olan muhabbeti nispetinde anlar.

Bu gerçeği kabul edenler, "Asırlardan beri kabul edilmiş ve uygulanmış, Peygamberin de onayını almış" ifadelerini kullanamaz. Veya İslâmiyet’i, bu kalıba hapsedemez.

Bu gerçek reddedildiği takdirde, "Arz üzerinde dolaşınız; hilkate nasıl başlanıldığını öğreniniz." ayetinin sırrına vakıf olamaz.

Bu ayetle Allah, araştırmayı emretmiştir. Çünkü; kâinatta, Allah'ın saltanatı iktizası "Tekâmül kuralı" geçerlidir. Misâl vermek gerekirse, şu söylenebilir:

Allah, bu asırda fen ismiyle zahir olmuştur. Bu sebeple de ilimde ve fendeki terakki, akılları ve fikirleri durduracak ve de hayrette bırakacak derecede yüksektir.

Ne yazıktır ki; asırlardan beri İslâm âlemi, bu sırra sırtını çevirmiş ve araştırma işini, Batı’ya bırakmıştır. Neticede icatlar ve mucitlik, Batı’nın malı olmuştur. Sarık, misvak, cüppe ve bıyık, bize kalmıştır. Sadece tâat ve ibadetle her şeyin hallolacağını zannetmişiz.

Acı bir örnek.

Daha 11.ci asırda Fahrettin Razi, dünyanın yuvarlak olduğunu, araştırmaları neticesinde söylemiş ve ispatlamıştır. Bu çalışmaların ve araştırmaların devam etmesi gerekirken; Müslümanlar, asırlarca "Dünya, sarı öküzün boynuzları arasındadır" Hadisine inandırılarak uyutulmuştur.

Böyle bir hadis ver mıdır?

Evet vardır. Ama, burada kastedilen dünya, gezegenimiz olan arz değildir. Öküz de, bildiğimiz öküz değildir. Kast edilen mana şudur:

Dünya hayatı zordur. İmtihan âlemidir. Bazı olaylar, insanları bunaltır. Bunalımların ağırlığından, bunalımları imânına yükleyenler kurtulur. Bunu yapamayanlar, öküz gibi yük taşırlar. Yani, öküz gibi yaşarlar.

Bir örnek daha:

Bir ayet-i Kerimede "Dağlar, dünyanın direği, ormanlar da havanın tarağıdır" ifadesi kullanılmıştır. Bu ayetle, jeoloji ilmi ve bitkilerin önemi işaret edilmiştir.

Biz Müslümanlar uyumuşuz, ayetin sırrına kulağımızı koymamışız; Batı, hem jeoloji ilminde ve hem de, bitkilerin kimyasında söz sahibi olmuştur.

Demek ki; dini anlamak, metinleri yorumlamak ve hüküm çıkarmak için öğrenmek ve araştırmak şartmış!..

Bu gerçeklere istinaden Hz. Peygamberimiz, "Dünyanın neresinde ve ne zaman olursa olsun; sizden ileri gitmiş medeniyetler varsa, biliniz ki, Müslümanlığınızda iş yoktur." diye buyurmuşlardır.

İşte, Kur'an'daki İslâmı öğrenmeden, gerçek anlamda dindar olunamayacağı gerçeği, budur.

İsim vermeden suçladığınız kişi, bu gerçekleri anlatmak için çırpınmaktadır. Hem kalbin nurunu ve hem de aklın nurunu açığa çıkarmak için gayret sarf etmektedir. Sağlıklı bir akla göre İslâm Dini’nin, makul olmayan ne bir emrinin ve ne de bir yasağının olmadığını ifade etmek istemektedir. Genellikle de; dini istismar ederek makam, mevki, servet edinen zulüm sahiplerinin, içyüzlerini açığa çıkarmak istemektedir. İslâm Dini’nin sosyal meselelere verdiği önemi, herkese duyurmak gayreti içindedir. Tabii, 7-8 asır öncesine ait içtihat zincirini kırabilirse!...

Ve bir hatırlatma:

Hz. Peygamberimiz, "İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Bir birinizi sevmedikçe de, iman etmiş sayılmazsınız" diye buyurmuşlardır.

Bu açık emre rağmen, "Dindarım" veya "Din bilginiyim" diye geçinenlerin, bir birlerini yediği ve fesat yarattığı bir ortamda, İslâm’ın nurunun parlaması mümkün olur mu?
 Şimdi herkes vicdanına danışarak, bu sorunun cevabını bulsun!..Tabii ki, vicdanı varsa! Vicdanın kelime manası "Bulmak" demektir. Neyi bulacak? Tabii ki, hak ve hakikati. Tersinden mana verecek olursak, şu hakikat ortaya çıkar:

"HAK ve HAKİKATİ” bulamayan insanın VİCDANI yoktur.
Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı











Hiç yorum yok: