Sayın Cüneyt ÜLSEVER
Hürriyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 9 Nisan 2000
Sayın ÜLSEVER;
8 Nisan 2000 tarihli ve “Demirel Millete Tutulan Aynadır” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, görev süresinin uzatılmasını öngören Kanun Tasarısı’nın TBMM’sinde kabul edilmemesi üzerine;
“Ben çok sevinçliyim. Kıpır, kıpır yerimde duramıyorum. Ülke, değişimi denemeyi seçtiği için çok ama, çok mutluyum.” derken; hislerinizi, aklınızın önüne koymuşsunuz. Aslında; bunu yadırgamadım. Zira; “Ben, 40 yıl boyunca Süleyman Demirel’i beğenmedim” sözleriyle, hislerinizin esiri olduğunuzu, açık kalplilikle beyan etmişsiniz.
Eğer, hissiyatınız değil de, akıl ölçüleriniz galip gelseydi; Süleyman Demirel’i objektif kriterlere göre değerlendirebilirdiniz. Aslında; böyle bir değerlendirmeyi başlatmışsınız; fakat sonunu getirememişsiniz. Şöyle ki:
Söz konusu yazınızın bir bölümünde; “Objektif kriterlere baktığımızda, Süleyman Demirel’in çok başarılı olduğu bir dönem vardır. Bu da, 1965-71 dönemidir. Bu dönemde ülke, üst üste yıllık ortalama %7.2 büyümüştür. Üstelik enflasyon ortalaması da yüzde 5.2’dir. Enflasyon faktörüyle ele alındığında, bu dönem, Türkiye’nin en başarılı dönemidir.” diyorsunuz. Ama 1971’den sonrasını, objektif kriterlerle masaya yatırmasını başaramıyorsunuz.
Şimdi; 12 Mart 1971 sonrasında olanlara bir bakalım:
1969 seçimleriyle ikinci defa iktidara gelen Süleyman Demirel, 12 Mart 1971 müdahalesiyle iktidardan uzaklaştırılmış. Ülke, bu sebepsiz müdahale neticesinde dengelerini kaybetmiş. Süleyman Demirel, 4 yıl sonra tekrar başbakan olmuş ve dörtlü koalisyonla 26 ay ülkeyi idare etmiş. Haziran 1977 seçimlerinde CHP birinci parti olmuş ve yine hükümet krizleri devam etmiş. Ecevit Hükümeti, güvenoyu alamamış ve Temmuz 1997’de Süleyman Demirel, üçlü koalisyon hükümetini kurarak tekrar başbakan olmuştur. Aralık 1977 Mahalli Seçimlerinde Adalet Partisi yenilgiye uğramıştır. Seçimler sonunda Adalet Partisi’den istifa eden 11 milletvekilini CHP’ye katan Ecevit, 22 ay süren bir hükümet kurmuştur. 14 Ekim 1979 tarihinde yapılan milletvekilliği ara seçimleri ve senato üçte bir yenileme seçimlerinde AP oy patlaması yaparak (ara seçimde %55, senato seçimlerinde %46) birinci parti olmuştur. Fakat bu seçimler, parlâmento aritmetiğini değiştirmediği için Süleyman Demirel, Ocak 1980’de azınlık hükümeti kurarak tekrar başbakan olmuştur. Bu hükümet 8,5 ay sürmüştür. Çünkü, 12 Eylül 1980’de ihtilâl olmuştur. Süleyman Demirel, 11 yıl sonra tekrar Başbakan olabilmiştir ( DYP- SHP koalisyonu). 18 ay sonra da Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Bu tablo karşısında asıl irdelenmesi gereken hususlar şunlardır:
1- Ülke, 12 Mart 1971 müdahalesine maruz kalmasaydı; Süleyman Demirel, 1965-71 dönemindeki başarısını devam ettirir miydi, ettirmez miydi?
2- Müdahale olmasaydı; 1970’li yıllar bunalımlı mı olurdu, yoksa istikrarlı mı olurdu?
3- 12 Eylül 1980 ihtilâli yapılmasaydı, Haziran 1981’de yapılacak seçimlerde Adâlet Partisi, tartışmasız tekrar iktidara gelecekti. Üstelik bu seçimler, radikal partileri tasfiye edecekti ve Türk siyaseti, tekrar iki partili sisteme geçmiş olacaktı.
Burada, şu sorular sorulmalıdır:
a- İhtilâl, iyilik mi getirmiştir? Yoksa; Türkiye’nin 20 yıl kaybetmesine mi sebep olmuştur?
b- İhtilâl olmasaydı, Türk demokrasisi, liderlerin sultasına maruz kalır mıydı?
c- Türkiye’deki bütün dengeleri alt-üst eden, hedeflerden uzaklaştıran, fırsatçılığı ve yağmacılığı ön plâna çıkaran bir Özal dönemi yaşanır mıydı?
Evet, Süleyman Demirel, 35 yıl Türk siyasetine damgasını vurmuştur. Ama, 35 yıl ülkeyi idare ederek değil...
Süleyman Demirel iki müdahaleye maruz kalmıştır. Yani, millet oy vererek seçmiş. Ama; kaide dışı iki müdahale, milletin seçtiğini, iktidardan uzaklaştırmış...
Bu önemli husus dikkate alınırsa; “Milletler, lâyık oldukları idareler kavuşurlar.” gerçeği havada kalır. Zira; milletin seçtiği, milletin iradesi dışında işten uzaklaştırılmıştır. Bu gerçek, milletin kusuru olarak takdim edilemez. Milletin de, Süleyman Demirel’in de kusuru yoktur.
Millet, fevkalâde dönemlerin sonrasında yanıltıldığı için, iki defa hataya düşmüştür.
Birinci hatası; Süleyman Demirel’i, 1973 seçimlerinde tekrar iktidara getirmemiş olmasıdır. Yani; Adâlet Partisi, iç ve dış odakların husumet odaklarının tertip ve yönlendirmeleriyle bölünmüştür.
İkinci hatasını da, 1987 seçimlerinde, ANAP’ı tekrar iktidara getirerek yapmıştır. Özal’ın kişisel çıkarına dayalı seçim kanunları, %35 oyla Meclis’te, ANAP’ı ezici bir çoğunlukla iktidara getirmiştir.
Aslında; 1983 seçimlerinde DYP seçimlere sokulsaydı; ANAP, tek başına iktidar olamayacaktı ve seçilmiş diktatörler sahneye çıkamayacaktı.
“Böyle başa böyle tarak” derken, bu gerçekleri de görebilseydiniz; 5 Nisan olayını, millî irade olayı olarak takdim ederek, sevinç naraları atamazdınız. Zira; 5 Nisan’da fırsatçı ve çapsız; aynı zamanda, kişisel ihtiraslarının zebunu bir kaç siyasetçinin, oynamak istediği oyunu görmüş olurdunuz.
Sayın ÜLSEVER;
Ülke meseleleri ve Türkiye’nin siyaseti, kişisel sempati veya antipati ölçülerine göre değerlendirilemez. Çünkü, kişisel antipati veya sempatiler, çok yönlü husumet mihrakları yaratır. Hislere göre yapılan değerlendirmeler, aklın, ilmin ve mantığın mağlubiyetine sebep olur. Neticede, ülke kaybeder ve insanlar mutsuz olurlar.
Neticeyi göreceğiz:
Parlâmento, mutlaka bir Cumhurbaşkanı seçecektir. Uzlaşma olmasa da seçecektir. ANAYASA, dördüncü turda, Cumhurbaşkanı seçimini, zorunlu kılmaktadır. Aksi halde; meclis fesh edilecek ve seçime gidilecektir. Cumhurbaşkanı dördüncü turda neticelenirse; bu, millî iradenin tecellisinden ziyade; parlâmentonun, kendisini kurtarması olacaktır.
Siyasetini kurumlaştıramamış bir ülke için de bu, gayet normaldir. Türkiye, zaman kaybetmeye devam edecektir.
Herkesin, kafasındaki şablona göre demokrasi aradığı bir ortamda, bu da yadırganmaz.
Size tavsiyem şudur: gerçeklerden uzaklaşarak, Süleyman Demirel’e takılmaya devam ediniz. Hiç olmazsa; egonuzu tatmin etmiş olursunuz.
Saygılarımla
Ecz.Hüsnü Akıncı
11 Aralık 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder