Sayın Nurettin Canikli
AKP Grup Başkan Vekili
TBMM
Ankara 25 Aralık 2009
Sayın Canikli;
Doğrudur: Türkiye, yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edilmektedir. Turgut Özal tarafından yürürlüğe konan bu model, Türkiye'nin millî ekonomisini tasfiye etmiştir.
Ancak; geçmişi kötüleyerek, kendi döneminizi aklamaya çalışmanız düşündürücüdür. Zîra; aynı yanlışlığı iktidarınız da devam ettirmiş ve Türkiye'yi, tam anlamıyla dışa bağımlı hale getirmiştir.
Lütfen; ekteki mektuplarımı okuyarak bana cevap veriniz.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
Not: İç ve dış borçların millî gelire göre oarantılanması, daima yanıltıcı olur. Zîra; Carî fayatlara göre hesaplanan dolara endeksli milli gelir ile sabit fiyatlara göre hesaplanan milli gelir farklıdır.
8 Yıldan beri dolar kuru, sabit ve hatta 8 yıl öncesine göre daha gerilerdedir. TÜİK'in, sabit fiyatlara göre açıkladığı 7 yıllık milli gelir artışı yüzde 33'tür.
Sayın Nazım EKREN
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 24 Eylül 2008
Sayın Bakan;
Katıldığınız bir toplantıda, "TÜRKİYE HEM YAPISAL REFORMLARLA, HEM DE MÂLİ VE FİNANSAL DİSİPLİNLE KENDİ İÇİNDEN ORTAYA ÇIKACAK BİR KRİZ İHTİMÂLİNİ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE KONTROL ALTINA ALMIŞ BULUNUYOR. MÂLÎ SEKTÖR BAKIMINDAN, KAMU SEKTÖRÜ BAKIMINDAN, BİLÂNÇO AÇISINDAN CİDDİ BİR PROBLEMLE KARŞI KARŞIYA DEĞİLİZ. İÇ BORÇLAR YTL OLDUĞU İÇİN KOLAY. ÖZEL SEKTÖRÜN DIŞARDAN ALDIĞI KREDİ MİKTARINDA ARTIŞ VAR. ELBETTE BU PARANIN NEREDE KULLANILDIĞI ÖNEMLİ. ARTAN MİKTAR DÖVİZ GELİRİ VE DÖVİZ GİDERİ DENGESİ OLUŞMADIYSA BİR RİSKTİR." dediğinizi, gazetelerden okudum.
Merak ettiğim husus şudur:
28 yıldan beri etkili ve yetkili kişilerden masal dinler gibi YAPISAL REFORM, MÂLÎ ve FİNANSAL DİSİPLİN sözlerini dinlemekteyim. Dâima büyük risklerle ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldığımız için de, yetkililerin bu sözlerinin bir anlam ifade etmediğini gördüm. Neticesi de bellidir:
Üretmeyen veya yeterli seviyede üretemeyen bir ekonomik yapı oluşmuştur.
1980 yılında 13 milyar dolar olan iç ve dış borç stokumuz bugün, 28 yıl zarfında ödenen 500 milyar dolar faize rağmen, 480 milyar dolara ulaşmıştır.
Dış ticaret ve cari açığımız, son 6 yılda yapılan 50 milyar dolar tutarındaki özelleştirmeye rağmen, Türkiye'nin geleceğini karartacak derecede artmıştır. Ve giderek artmaktadır.
İç pazara ve sanayiye sağlam bir kaynak sağlayan tarım ve hayvancılığımız çökmüştür ve Türkiye, kendi kendini besleyemez hale düşmüştür.
Ham madde, ara malı ve gıda maddeleri ithalâtı, büyük boyutlara ulaşmıştır.
Yıllık faiz giderlerimiz, 50 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır.
Bu durum karşısında merak ediyorum:
28 yıldan beri Türkiye'nin yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edildiğine dair bir kanaatiniz oluşmuş mudur?
Sâdece parasal ve mâlî politikalarla idare edilen bir ülkede, üretmek veya yeterli seviyede üretmek mümkün olur mu?
Türkiye'nin bu derece borçlanmasına ve dış ülkelere katma değer transfer etmesine ihtiyaç var mıydı?
TÜİK açıklamıştır: Sabit fiyatlarla 2003 yılında 76 milyar YTL olan Gayri Safî Millî Hasıla, 2007 sonunda ancak 101 milyar YTL'ye ulaşabilmiştir. Beş yıl zarfındaki artış, yüzde 34'tür. Size göre bu, yeterli midir?
En önemlisi; muhtemel bir malî krizde, Türkiye'nin durumu ne olacaktır?
Sayın Bakan;
Herkesin müşterek düşüncesi, 2001 krizinin bir beceriksizlik ve kötü idare sebebiyle meydana geldiği şeklindedir. Hattâ, Anayasa kitapçığının fırlatılması neticesinde bu krizin oluştuğu kanaati yaygındır. Acaba, siz de ayni kanaatte misiniz? Bu krizin, yabancılar tarafından plânlı ve bir hedefe yönelik olarak bilinçli bir şekilde çıkartıldığını düşündüğünüz olmuş mudur?
Konuyu biraz açayım:
Hatırlarsınız; Türkiye, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremiyle sarsıldı ve ekonomisi, ağır bir darbe aldı.
29 Kasım 2000 tarihinde İngiltere Bankalar Birliği Başkanı ve İngiltere Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Andrew Buxton, verdiği bir demeçte Türk bankacılığı için şu sözleri söylemişti:
"TÜRKİYE'DE FİNANSAL HİZMETLERİN YAYGINLAŞTIRILMASI VE GENİŞLETİLMESİ İÇİN BİRLEŞTİRMELER GERÇEKLEŞTİRİLECEK VE BAZI BANKALAR YOK OLACAKTIR."
Bu sözler, yaratılacak bir krizin işaretleriydi. Sonraki gelişmeler, Buxton'un sözlerinin doğruluğunu ıspatlamıştır. Her nedense; hiç kimse, bu gerçeği ülkenin gündemine getirmemiştir. Yani; 21 Şubat 2001 krizinin, bilinçli olarak yaratıldığını ifade eden çıkmamıştır.
Günün BDDK Başkanı Engin Akçakoca, 11 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemişti:
"BANKALARI FONA ALMADAN REHABİLİTE EĞİLİMİNDEYDİK. BUNUN İÇİN DÖRT HAFTA DAHA FIRSAT TANINMASINI İSTEDİK. DÜNYA BANKASI İLE MUTABAKAT SAĞLADIK. AMA, IMF TARAFI DAHA KATI DAVRANDI VE İMF'Yİ İKNA EDEMEDİK. BEN, GENE DE DÜŞÜNÜYORUM Kİ; ÖYLE BİR FIRSAT TANINSAYDI, DAHA UCUZ BİR ÇÖZÜM YOLU BULUNABİLİRDİ. GARANTİSİ YOK; AMA, DENENMELİYDİ."
Engin Akçakoca'nın bu sözlerinin ne anlama geldiğini konuşan, irdeleyen ve sorgulayan çıkmamıştır. Başkalarına boyun eğdiğimizi, bilerek veya bilmeyerek herkes kabullenmiştir.
Başka bir örnek, çok daha vahimdir:
Günün FON bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok ise; Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Semerci'ye verdiği ve 1 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:
"25 KASIM 2001 TARİHİ İTİBARİYLE TMSF'YE 18 BANKA DEVREDİLMİŞ; 4 BANKA SATILMIŞ, BİR BANKANIN LİSANSI İPTÂL EDİLMİŞTİR. 30 KASIM'DA BİR BANKA DAHA FON'A ALINMIŞ VE BİR BANKA DA KAPATILMIŞTIR. BİZ, FON'A ALINAN BANKALARI VE İŞTİRAKLERİNİ YAŞATMAYI DEĞİL, TASFİYELERİNİ HEDEF ALDIK."
Sonraki gelişmeler, Tevfik Altınok'un dediği gibi gerçekleşmiştir. Yani; "Batmış banka" kavramı ile "Nakit ihtiyacı olan banka" kavramı bir birine karıştırılarak, büyük bir tasfiye sağlanmış ve yabancıların banka alma kapısı açılmıştır.
Bu hususu da kimse konuşmamıştır ve Türkiye ekonomisinin tasfiye hareketini, "BÜYÜK REFORM" olarak alkışlamıştır.
Merak ediyorum:
Bu hususlarla ilgili olarak, acaba, sizin kanaat ve görüşleriniz nedir?
Gelinen nokta bilinmektedir: BUGÜN, BAŞTA BANKALARIMIZ OLMAK ÜZERE ÖNEMLİ İKTİSADÎ DEĞERLERİMİZ, YABANCILARIN ELİNE GEÇMİŞTİR. Üstelik; en büyük tasfiye, Kemâl Derviş'in programını doğru kabul eden iktidarınız tarafından gerçekleştirilmiştir.
Acaba; geldiğimiz bu durum, sizi rahatsız ediyor mu?
Ve; muhtemel bir krizde, Türkiye'nin durumu ne olacaktır? Veya dolar ticaretine dayalı bu RANT EKONOMİSİ İLE TÜRKİYE, NEREYE GİDECEKTİR?
FİNANS ve BANKACILIK kesimiyle, TÜRKİYE'NİN ekonomisini İSTEK ve ÇIKARLARI doğrultusunda YÖNLENDİRMESİNİ başaran ve idareleri BASKI altında TUTABİLEN 15-20 holdinge ESİR edilen TÜRKİYE'NİN durumu ne olacaktır?
Ülke meselelerini dikkatli yakından takip eden bir vatandaş olarak demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan Ve AKP Genel Başkanı
Ankara 14 Aralık 2009
Sayın BAŞBAKAN;
2010 yılı Bütçesi’nin, TBMM’sindeki müzakereleri sırasında yaptığınız konuşmanızı dikkatle dinledim.
Hitabet kabiliyetinizin verdiği rahatlıkla ateşli konuşmalar yapmanız ve geçmişe ve de muhalefete yönelik eleştirileriniz, Türkiye’nin gerçeklerini ve zorluklarını örtmeye yeterli olamaz. Zîra; 7 yıldan beri tek başınıza iktidardasınız ve Meclis’teki çoğunluğunuz sebebiyle her türlü kararı alabilecek durumdasınız.
Kabul edilmelidir ki; bugün, Türkiye rahat değildir ve halk, büyük sıkıntı içindedir. Halkın, büyük bir borç yükünün altında olması, işsizliğin yaygınlaşması, bütçe açıklarının büyüklüğü, faiz yükünün ağırlığı, işlerin iyi gitmediğinin işaretidir.
Evet; belirttiğiniz gibidir: Sizden önceki iktidarlar da, ülkeyi iyi idare edememiştir. Esasen 12 Eylül 1980’den itibaren Türkiye, yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edilmiştir. Kur-Faiz makasında oluşturulan iktisadî model, üretimi gözardı etmiş ve rant ağırlıklı bir yapı oluşturmuştur.
Bu çarpık model; Türkiye’yi, iç ve dış borç batağına sürüklemiş ve her zaman için halkı zora sokmuştur. Bu dönemde sosyal meseleler unutulmuş; hem siyasette ve hem de iktisadî faaliyetlerde, fırsatçıların önünü açmıştır. Ayrıca; hem kalkınmanın lokomotifi ve aynı zamanda üreticinin ve tüketicinin teminatı olan KİT’ler, BİRLİKLER tasfiye edilmiş veya işlevsiz hale getirilmiştir. DÖVİZ-FAİZ-BORSA üçgenindeki PARA TİCARETİ, ülkenin ve milletin geleceğini karartacak derecede, en büyük ve en kârlı sektör haline getirilmiştir. “Sermaye hareketi” adı altında, her iktisadî karar ve uygulama, para sahiplerini koruyacak şekilde düzenlenmiştir; emek ve verimlilik unutulmuştur. Tabir caizse Türkiye; FİNANS ve BANKACILIK kesimiyle, Türkiye’nin ekonomisini istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 HOLDİNGE esir edilmiştir. Bu zaman zarfında bazı holdinglerin tasfiyesi veya el değiştirmesi, neticeyi etkilememiştir.
İktidara geldiğiniz zaman, faizci ve rantçı sistemi eleştiren bir siyasî anlayışın mensubu olduğunuz için, bu modeli değiştirerek, Türkiye’nin ihtiyacı olan üretken bir iktisadî modele geçeceğinizi ummuştum. Ne yazık ki; iktidarınız da, bu yanlış ve çarpık modeli devam ettirmiştir.
7 yıllık bir iktidar süresi, her şeyi düzeltmeye ve yeni ufuklar açmaya yeterliydi. Sadece döviz ticaretini ortadan kaldırabilseydiniz, tarihe geçecek iktisadî başarılara imza atmış olurdunuz. Dikkatlerinize arz ediyorum:
Kur-Faiz makasında oluşturulan bu modelde; ya ani kur artışlarıyla veya uzun süren sabit kur uygulamalarıyla ya da, beklenmedik yüksek oranlı devalüasyonlarla, iç ve dış para sahiplerine büyük rantlar aktarılmıştır. Sistem, düşük kur, yüksek faiz esasına göre çalıştırılmıştır. Her ne kadar, bugün faizlerin düşmesini bir başarı olarak sunsanız da; reel faizlerin yüksekliği, sistemi devam ettirmektedir. İktidara geldiğiniz zaman dolar kuru, 1,7 lira idi. Bugün dolar kuru, 1,5 lira seviyesindedir. Aradan geçen 7 yıl zarfında zaman, zaman dolar kurunda inişler ve çıkışlar olmuştur. Bunun anlamı gayet açıktır:
Sıcak para sahipleri, bankalar ve büyük holdingler, dış kredi temin ederek, iç piyasadaki yüksek reel faizler sebebiyle büyük kârlar sağlamışlardır. Özel sektörün dış borçlarının artmasının sebebi budur. Neredeyse sıfır faizli temin ettikleri dış kaynaklarla halkı, alabildiğine sömürmüşler ve Türkiye’nin iktisadî yapısını, kendi çıkarları doğrultusunda bozmuşlardır. Gecelik repo ve Devlet İç Borç Senetleri’nin ve de mevduat faizlerinin düşmesi, övünülecek bir başarı değildir. Zîra; halkın ödediği reel faizler (kredi kartları, tüketici ve ihtiyaç kredileri, kredili mevduat hesapları), hâlâ çok yüksektir. Yük, küçük mevduat sahibi kişilerle, kredi kullanan kişilerin sırtına bindirilmiştir.
Bu da; KUR ve FAİZLERİN tespitinde, sizden evvelki iktidarlarda olduğu gibi; iktidarınızın, bir rolünün olmadığını göstermektedir. Burada söz sahibi, paralı kesimdir. Ve paralı kesim, istediği, zaman ekonomik kriz çıkartabilir. Yabancılar, istedikleri zaman bir kriz çıkartarak, Türkiye’yi ve Türk milletini zora sokabilirler. Dubai örneğini, hiç kimse aklından çıkarmamalıdır. Dünya ekonomisine hâkim ve dünya ekonomisini yönlendiren büyük sermaye, istediği zaman ve her yerde, iktisadî kriz çıkartabilir. Öyle bir gün gelir ki; sizden sonra gelecek iktidarlar, sizin metodunuzla, sizin iktidarınızı da kötülerler. Onlar da, iktidara geldikleri günü milât kabul ederek, Türkiye’yi, o günden başlatırlar.
Sayın BAŞBAKAN;
Gerçek Türkiye, anlattığınız ve göstermeye çalıştığınız gibi değildir. Halkın çok büyük kesimi zordadır, çaresizlik içindedir, günlük maişetini teminde zorlanmaktadır. İşsizliği bir tarafa bırakıyorum; elinde işi olanlar dahî, aldıkları ücretlerle geçinemeyecek durumdadırlar. Hele; emekliler, dul ve yetimler, aklın kabul etmeyeceği derecede zordadırlar. Belirli bir kesimin, dayandıkları rantlar sebebiyle refah içerisinde yüzmeleri, Türkiye’nin gerçeklerini örtmeye yetmez. Devletin personel giderlerinin, faiz giderlerine eşit olduğu ve yatırımların unutulduğu bir bütçeden de, REFAH çıkmaz. Yeri geldiği için gerçek iktisatçı Joan Robinson’un, şu ünlü sözünü hatırlatmakta fayda umuyorum:
“İktisat bilmenin yararı, bir ülkenin ekonomisini düzeltmek ve ekonomik zorluklara geçerli çözümler bulmak için değil, iktisatçıların yanıltmalarını önlemek içindir.”
Demokratik haklarımı kullanarak, duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
Sayın Ali BABACAN
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 18 Ağustos 2009
Sayın BAKAN;
Şanlıurfa’da yapılan toplantıdaki konuşmanıza başlarken söylediğiniz;
“Başbakanımızın yaptığı gibi artık yüksek sesle kendimize sormamız gerekiyor:’Türkiye, son 25 yılını Güneydoğu'da çatışmalarda heba etmeseydi, enerjisini terör belâsı nedeniyle harcamasa, sorunları daha erken çözebilseydi, bugün nerelerde olurdu?’ Bunun için artık hiçbir alanda kaybetmeye tahammülümüz yok. Önümüzde eşsiz bir fırsat var ve yıllardır süren terör belasını sona erdirip, kardeşler arasına nifak tohumları ekenleri elimizin tersiyle iterek, bunu beraber başarabiliriz.” sözleriniz, düşündürücüdür ve bir o kadar da hayret vericidir. Sebebine gelince:
Terörün sebebi ne Türkiye’dir ve ne de, Türk milletidir. Ülkemizin hiçbir köşesinde Türk-Kürt ayrışması ve düşmanlığı yoktur. Terörü yaratanların, destekleyenlerin, yönlendirenlerin dışında herkes, terörden şikâyetçidir ve sona erdirilmesini istemektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın, bir ayrılıkçı ve bütünlüğümüzü bozacak talepleri de yoktur.
Ne var ki: Bölgeyi, kendi istek, çıkar ve hedefleri doğrultusunda şekillendirmeye kararlı olan ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL, müştereken Türkiye’yi huzursuz etmek, gerçek hedeflerinden uzaklaştırmak ve kendilerine tabi hale getirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Zira; iç ve dış gailelerle boğuşan, gerçek hedeflerinden uzaklaşan huzursuz, mutsuz, çaresizlik içersinde kalan; fertleri, bir birleriyle kavga eden bir Türkiye istemektedirler. Türkiye’nin siyasî tarihini iyi bilenler, bu gerçeği, gayet açık bir şekilde görürler. Bu sebeple;
Henüz daha ne olduğu bilinmeyen ve kamuoyuna açıklanmayan “Kürt sorunu açılımı” veya “Demokratik açılım” adını verdiğiniz konu ile gündem belirlemeye çalışacağınıza; gerçekleri, dosdoğru bir şekilde açıklayarak, “Bu sorun, bizim yarattığımız bir sorun değildir. Bu sorun, ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL’İN, müştereken kendi hedefleri doğrultusunda yarattıkları, destekledikleri, yönlendirdikleri bir sorundur. Hedeflerini gerçekleştirmek için Talabanî’yi, Barzanî’yi, PKK’yı ve DTP’yi teşvik ederek maşa olarak kullanmaktadırlar.” deseniz, bu meseleyi kökünden halletmiş olursunuz ve sorunun gerçek muhataplarını, kamuoyuna duyurmuş olursunuz.
Konuşmanızın bir başka bölümünde;
“Ekonomide de bu gelişmelere paralel atılım sergiliyoruz. Tüm ekonomik göstergelerde bu ülkeyi tarihinde şahit olmadığı seviyelere taşıdık. Büyüme, enflasyon, ihracat, istihdam ve her alanda hiç tecrübe edilmeyen seviyeleri beraber gördük. En küçük siyasi krizde dengeleri alt üst olan Türkiye ekonomisi artık küresel ölçekte tarihi krizlere karşı bile direnç gösteriyor. Türkiye ne dış politikada, ne iç politikada sosyal yaşamda ekonomide bu seviyelere kendiliğinden ulaşmadı. Türkiye’yi bu seviyelere bizim kararlı, tutarlı, sağlam politikalarımız ulaştırdı. Ülke genelinde sağladığımız istikrar ve güven bizi bu seviyeye taşıdı.” ifadelerini kullanarak, Türkiye’nin geçmişini ret ve inkâr etmişsiniz. Ki; buna hiç hakkınız yoktur. Üstelik bu ifadeler, Türkiye’nin iktisadî tarihini iyi bilmediğiniz anlamına gelir ve yanlış iktisat ve para politikaları ile milleti oyalamış olursunuz. Bilinmesini isterim:
Türkiye, 12 Eylül 1980’den itibaren yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edilmiştir ve bu dönem zarfında bütün ekonomik krizler, Türkiye’yi zaafa uğratmak, gerçek hedeflerinden uzaklaştırmak ve milleti fakirleştirmek için, küresel sermaye tarafından bilinçli olarak yaratılmıştır. Aynı yanlış iktisadî politikaları, iktidarınız da kabullenmiş ve devam ettirmiştir. Var olduğunu iddia ettiğiniz istikrar, halka bir şey vermemiştir ve “Döviz-Faiz-Borsa” üçgeninde rant sağlayanlara yaramıştır. Bu modelde üretim ve topyekûn kalkınma yoktur. Dolar ticaretine dayalı bu model, ancak dış desteklerle sürdürülmektedir. Ki; bu tarz gelen dış sermaye, Türkiye’nin varlıklarını eritmekte ve yatırım fakiri bırakmaktadır. Bu model, milleti aç ve işsiz bırakmış ve gırtlağına kadar borca batırmıştır. İtiraz edenler, bugünkü dolar kurunun, 2002 yılı Mayıs ayının kuruna, niçin eşit olduğunu, açıklamak zorundadırlar. Geçerli bir açıklama, her şeyin sırrını çözecektir.
Şanlıurfa’da bulunuşunuzun sebebi, bölgenin ekonomisini canlandırmak, bazı açılımları açıklamak içindir. Ki; buna benzer bir açıklamayı, 28 Mayıs 2008 tarihinde Başbakan Erdoğan, “Gap Eylem Plânı” adını verdiği açılımı sebebiyle yapmıştı. Bu plânı gerçekleştirmiş olsaydınız, bugün Şanlıurfa toplantısına lüzum kalır mıydı?
Maksadımı daha iyi anlatabilmek için, Başbakan Erdoğan’a yazdığım 28 Mayıs 2008 tarihli mektubumun suretini bilgilerinize ve takdirlerinize arz ediyorum:
“ Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
BAŞBAKAN
Ankara 28 Mayıs 2008
Sayın Başbakan;
Diyarbakır'da büyük gösteriyle ilan ettiğiniz "GAP EYLEM PLANINI" açıklarken yaptığınız konuşmanızı, dikkatle dinledim. Konuşmanızın en önemli bölümü;
"Bu paket, talihi de değiştirecek ve tarihi fırsatlar yaratacak, bölgeyi geri kalmışlıktan kurtaracak bir kurtuluş projesidir. Güneydoğu bölgemizin yüzünü güldürecek ve bütün Türkiye'nin kalkınmasını sağlayacak bir projedir. geçmiştekilerin yaptığı gibi siyasi söylem ve popülist politiklarla milletimizi oyalamayacağız. Açıkladığımız plan, kaynağı tamamlanmış, tarihi belirlenmiş bir eylem planıdır. Başarı, adaleti yaymak, refahı paylaştırmakla mümkündür." şeklindeki sözlerinizdir.
Türkiye'yi 1957 yılından beri çok dikkatli izleyen ve olup-bitenleri, hislerden azade aklın, mantığın ve ilmin tahtında irdeleyen bir vatandaş olarak merak ettiğim hususu şudur:
GAP PROJESİ, Türkiye'nin en iyi planlanmış ve en büyük projesidir.
Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sulama amaçlı ve enerji üretimli 15 adet baraj planlanmıştır.
1965'ten itibaren yürürlüğe konan projeye göre inşa edilen 14 adet baraj, 2002 yılına kadar tamamlanmıştır. İnşası tamamlanan bu barajların sekiz adedinden 37 milyar kilovat/saat elektrik enerjisi elde edilmektedir.
İktidarınız döneminde ise 5 Ağustos 2006 tarihinde ILISU BARAJININ temeli atılmıştır ve 2013 yılında tamamlanması öngörülmüştür.
Bu projeyle yakın ilgisi bulunan Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralinin inşasına 1965 yılında başlanmış ve 1975 yılında tamamlanmıştır.
Harran Ovası'nın ve Ceylanpınar'ın sulanması için Urfa Tünelleri'nin inşasına 3 Nisan 1977'de başlanmış; 7.62 çapında ve 26.4 kilometre uzunluğunda olan bu tünellerin birincisi (T1), 1995'te bitirilerek hizmete açılmış; İkincisi (T2), 6 Mayıs 2002'de tamamlanmıştır. Ancak; ovaların sulanması için gereken kanalların tamamlanmaması sebebiyle tünellerden sadece birisinden yararlanılmaktadır. T1 Tüneli, şu anda bakımdadır.
Fırat üzerindeki barajlar tamamlanmış; 1 milyon 100 bin hektar araziden ancak 200 bin hektar arazi sulanabilmektedir. Açıkladığınız eylem planına göre sulanacak araziler, 300 bin hektarlık Harran Ovası, 300 bin hektarlık Ceylanpınar Aşağı Mardin Ovası ile Dicle, Batman kıyı projeleri, Silopi Cizre- Nusaybin-İdil projeleri kapsamındaki arazilerdir.
Sulama projeleri için gereken para, 2.5 milyar dolardır.
Dikkat edilirse; aslında, GAP Projesi'nin yüzde 85'i tamamlanmıştır.
Bu gerçekler karşısında, "6 yıllık iktidarınız döneminde, sulama projelerini niçin gerçekleştirmediniz?" diye soracak olursam; acaba, cevabınız ne olur?
En kritik sorum da, şu olacaktır:
Sulama projelerinin tamamlandığını farz edelim ve bölgede 1 milyon ton pancar ürtimi imkanına kavuştuğumuzu farz edelim; o zaman, Şeker Kanunu kapsamına göre Türkiye, nasıl bir yaptırımla karşılaşacaktır? Mısır üretimi için de aynı sorum geçerlidir. Zira; şeker kanununa göre, tatlandırıcı elde edilen bitki üretimine de sınırlama getirilmektedir.
Pamuk, pirinç, ayçiçeği ülkemizin diğer bölgelerinde de üretilmektedir. Ama; uygulanan tarım politikaları sebebiyle yeterli seviyede üretim yapılamamaktadır.
Bu durum karşısında hazırlanan eylem planına göre tarım ve hayvancılık konusunda ne gibi teşvikler düşünülmektedir?
Sayın Başbakan;
GAP Projesi kapsamında 9 il bulunmaktadır. 9 ilin yüzölçümü, 75 bin kilometrekaredir ve nüfusu, 6.5 milyondur. Bu projeyle 4 milyon kişiye nasıl iş imkânı sağlanacaktır?
880 bin kilometrekare arazisi olan Türkiye ve 75 milyon insanımız için nasıl bir eylem planı düşünmektesiniz? Türkiye'yi ve Türk milletini topyekûn kalkınmaya götürecek nasıl bir ekonomi modeli geliştirmeyi düşünmektesiniz?
Bu mektubumu, Türkiye'yi 2002 yılında başlattığınız ve geçmiş iktidarları, hiçbir şey yapmadıkları ithamıyla suçladığınız için yazdım.
Görüşlerimi ve eleştirilerimi, samimi duygularla yapmaktayım. Görevlilerin ve danıştığınız iktisatçıların sizi, yanılttıklarına inanmaktayım. Duygulara hitap etmekle, hisleri galeyana getirip, iktidarda kalabilme gayretleriyle Türkiye'nin sorunlarının çözülemeyeceği ve hedeflerinin gerçekleştirilemeyeceği gerçeğini hatırlatmak istiyorum.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı”
Sayın BAKAN;
Ne kadar övünürseniz övününüz; gerçek olan husus, ülkeyi iyi idare edememiş olmanızdır.
2002 yılı sonunda iktidarınıza devredilen önemli varlıklarımızı yabancılara satmış olmanıza ve bu yolla 50 milyar dolar gelir sağlamış olmanıza rağmen; ekonomimiz, düzgün değildir ve yabancı desteğine muhtaçtır. Spekülâtif ve ideolojik yatırım için gelen bu dış sermaye kesildiği an, KRİZİN gerçek boyutu anlaşılacaktır. Zira:
Türkiye, üretimden uzaklaşmıştır.
İşsizlik yaygınlaşmıştır ve işi olanlar da, aldıkları ücretlerle geçinememektedir.
Tarım ve hayvancılık çökmüştür ve Türkiye, kendi kendisini besleyemez duruma düşmüştür. Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip Türkiye, kendi kendisini besleyemez durumdadır.
Bankacılık sektörü iyi kâr etmektedir. Ama, millet, borç batağına saplanmıştır.
Küçük esnaf, tacir ve sanatkâr tasfiye edilmiş ve küresel sermaye, perakende ticaretimizi eline geçirmiştir.
Bütçe açığı ürkütücü boyuttadır ve Sosyal Güvenlik Kuruluşları, yükümlülüklerini yerine getiremeyecek derecede zordadır.
İç ve dış borçlar, millî gelire yaklaşmıştır ve giderek artmaktadır.
Millî sermaye tasfiye edilmiştir.
Bu durum karşısında eğer, selektif teşviklerle Türkiye’nin ekonomisini düzelteceğinizi zannediyorsanız, yanılıyorsunuz ve yanıldığınızı, acı bir şekilde öğreneceksiniz. Zira; yürürlükteki ekonomi ve para politikaları ile Türkiye’yi rahatlatmak ve milleti refaha ulaştırmak, mümkün değildir ve bunu, hiç kimse başaramaz.
Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
25 Aralık 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder