12 Aralık 2009 Cumartesi

Türkiye'nin durumu ne olacaktır?

Sayın Suat KILIÇ
AKP Grup Başkan Vekil
Ankara 8 Aralık 2009


Sayın KILIÇ;


Dün akşam Skytürk Televizyonu’nda yayımlanan programda, konuşmanızı, yorumlarınızı ve görüşlerinizi dikkatle dinledim.

Allah, size, pek az kuluna ikram ettiği bir belâgat kabiliyeti ihsan etmiştir. Ancak; bu kabiliyetinizi, yerinde kullandığınızı söylemek güçtür. Zîra; Türkiye’nin sorunlarını, bir münazara üslûbu ile dile getirmeniz yanıltıcıdır. Münazarada; kelime oyunları, his istismarına dayalı yanıltmalar, gerçekleri gizleyen ustaca kullanılan saptırmalar vardır. Aslolan; meseleleri aklın, mantığın ve ilmin tahtında irdeleyip, halkı aydınlatmaktır.

En büyük yanılgınız, Türkiye’yi 2002 yılında başlatmış olmanızdır. Bu zaaf sizi, Türkiye’nin gerçeklerinden uzaklaştırmış ve elinize geçen fırsatların ziyan edilmesine sebep olmuştur.

Sözlerimi uzatmayacağım ve ekteki yazılarımı bilgilerinize, tetkiklerinize sunmakla yetineceğim. Şayet vakit bulur da okuyabilirseniz; samimi cevaplarınızı bekleyeceğim.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


Sayın Kemal UNAKITAN
Maliye Bakanı
Ankara 17 Temmuz 2008


Sayın Bakan;


AA muhabirine yaptığınız açıklamada, "Bazı kişiler, kehanette bulunuyorlar. Bakan olduğumdan beri, bunları dinliyorum. Her gün bunlar, kriz çıkartıyorlar; ancak, kriz miriz olduğu yok." demişsiniz.


Bir vatandaş olarak merak ediyorum:


Krizin ölçüsü nedir?


Kriz, kimler için yoktur?


Düzgün gittiğini ifade ettiğiniz ekonomi, hangi kesim içindir?


Ekonomi düzgün gidiyorsa;


a- Bir türlü önlenemeyen Dış ticaret açığı,


b- Ürkütücü boyutlara ulaşan cari açık (Ki; son 6 yılın cari açığı, 165 milyar dolardır),


c- Mart 2008 sonu itibarıyla 262 milyar dolara ulaşan dış borçlar,


d- 220 milyar dolara ulaşan iç borçlar, neyin nesidir?


Üstelik; Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadi değerlerimiz yabancıların eline geçtiği halde bu olumsuz tablo meydana gelmiştir. Buna rağmen cari açığa, işsizliğe ve ekonomideki kayıt dışılığa çare bulunamamıştır.


Demecinizin bir bölümünde özelleştirme ile ilgili olarak, "Köprü ve otoyolların ihalesine bu yıl çıkmak istiyoruz. Otoyolların özelleştirilmesiyle ilgili TBMM'de bir kanun var. Komisyondan geçti. Şimdi Genelkurul’da. Genelkurul’da kabul edilince, önü açılacak. Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesi bir ay içinde başlanacak. Bu yıl özelleştirmelerde önemli hamleler yapıyoruz. Bu yıl, biliyorsunuz PETKİM ve TEKEL'i özelleştirdik ve paralarını aldık. Limanlar var, özelleştirildi. Sırada, şeker fabrikaları, otoyollar, Milli Piyango ve Halk Bankası var." demişsiniz.


Yapılan ve yapılacak özelleştirmeler, acaba, tutarlı ve ülke ekonomisine fayda sağlayacak icraatlar mıdır? Bu icraatların halka ne faydası vardır?


Kar transferleri sebebiyle, gelecek nesiller, büyük bir yük altına girecektir. Bunun, ne anlama geldiğini acaba, hiç düşündüğünüz oldu mu? Bu soruyu haklı olarak soruyorum. Zira;


2003'ten Mayıs 2008 sonuna kadar doğrudan yatırım şirketleri, 7.6 milyar dolar kar transferi yapmışlardır. Finansal portfoy yatırımlarından yapılan kar transferi ise, 18 milyar dolardır. Ve bu transferler, bundan sonra artarak devam edecektir. Yani; hiç bitmeyen borç misali, Türk milletinin hakları, yabancıların nimeti olacaktır.


Bu durumun vahametini, bir örnekle açıklamak istiyorum:


Şişe Cam Sanayi’nde 17 bin kişi çalışmaktadır. Şişe Cam Sanayi'nin aylık personel gideri, devletin payı da (SSK primleri ve muhtasar vergiler) dâhil, 40 milyon dolardır. Yıllık, 480 milyon dolar. Şimdi bir hesap yapalım:


Doğrudan yatırım şirketlerinin kar olarak transfer ettikleri 7,6 milyar doların içinde 15 adet 500 milyon dolar vardır. Bunun anlamı, gayet açıktır:


Şişe Cam Sanayi şartlarında çalışan 255 bin kişinin ücretlerine ve devletin alacağı paya denk bir para, dış ülkelere transfer edilmiştir.


Yabancıların portfoy yatırımları karşılığı transfer ettikleri 18 milyar doları da dahil edersek; ortaya çok acı bir tablo çıkar. Şöyle ki:


25,6 milyar doların içinde 51 adet 500 milyon dolar vardır. Bu da, devletin kaybettiği pay dahil, Şişe Cam Sanayi şartlarında çalışan 900 bin personelin ücretine denktir.


Gelecekteki rakamlar da, çok daha feci olacaktır. Yani; asıl riskimiz, önümüzdeki yıllarda anlaşılacaktır.


Acaba, bu fiili durumun hesabını yapabildiniz mi?


Bu modelle mi işsizliğe çare bulunacaktır?


Sayın Bakan;


Milletin büyük bir kesimi, ağır bir borç yükü altındadır. Ayrıca, ekonomik bağımsızlığımızı da kaybetmiş durumdayız. Her türlü olumsuzluklara rağmen rahat olan kitle, RANTİYE sınıfı ve KAYIT DIŞI faaliyet gösterenlerdir. Ki; bunların genel nüfus içindeki oranı, yüzde 10'u geçmez. Bu kesim için, krizden etkilenme de söz konusu olamaz. Bu kesim, "Kriz miriz yok" sözlerinizi alkışlayan kesimdir. Siz; geriye kalan yüzde 90'lık kesime, ne verdiğinizin hesabını yapmak zorundasınız. Ülkeyi, topyekûn bir kalkınmaya götüremediğinizi, kabul etmek zorundasınız.


Mirasyedi fütursuzluğu ile size devredilen varlığı (Ki; bu varlığı, Türkiye'yi 2002 yılından başlatarak hep inkar ettiniz.) satmak suretiyle Türkiye'yi huzur ve refaha ulaştıramazsınz. En nihayet, bu varlıklar tükenecektir ve geriye, "Acaba, bana bir parça ekmek verirler mi?" diye yabancılara el açan geniş halk kitleleri kalacaktır.


Demokratik haklarımı kullanan bir vatandaş olarak görüşüm ve kabullenişim şudur:


Tek başına iktidar olmanıza rağmen, Türkiye'yi iyi idare edemediniz; bundan sonra da idare edemeyeceksiniz ve edemezsiniz.


Bu gerçeği lütfen kabulleniniz ve vicdani bir muhasebesini yapınız. Zira; Türkiye demek, belirli bir kesimin Türkiye'si demek değildir.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı


Not: Halkı asıl soyan husus, çok yüksek oranlı
dolaylı vergilerdir. Mutlaka, buna bir çare bulunmalıdır.


Sayın Kemâl UNAKITAN
Maliye Bakanı
Ankara 16 Aralık 2008


Sayın BAKAN;


Bugün TBMM'nde 2009 Mâli yılı Bütçe Kanunu tasarısını sunarken yaptığınız konuşmanızı dikkatle ve ilgiyle izledim. Şayet 15 yaşımda olsaydım; avuçlarım çatlayıncaya kadar sizi alkışlardım. Çünkü yaşım itibariyle, 2002 öncesi Türkiye'sini bilmeyecek ve hatırlamayacaktım. Ne yazık ki; bugün, 69 yaşındayım ve 2002 öncesi Türkiye'sini gayet iyi hatırlıyorum ve aklın tahtında değerlendiriyorum.

Alıştığımız husus şudur: Partiniz adına konuşma yapan kim olursa olsun; 2002 öncesi Türkiye'sini inkâr etmektedir ve Türkiye'yi, 2002 yılında başlatmaktadır. Aslında bu yaklaşımın yabancısı da değiliz. Turgut Özal'dan alıştık. O da Türkiye'yi, 1983 yılında başlatmıştı ve 1983'ten evvelki Türkiye'sini, yok farz etmişti. Demek ki; iktidarınız da, Özal'ın yolunda yürümektedir.

Siyasî maksatla hareket ettiğiniz için, belki bir noktada haklı olabilirsiniz. Ama; Türkiye'nin, varları ve yokları ile gerçek envanteri ortaya konduğu zaman, buna vereceğiniz cevabı da bulabilmelisiniz. Şöyle ki;

Türk Telekom, Tüpraş, Pektim, Ereğli, Karabük, ve İskenderun demir-çelik fabrikaları, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, otomobil fabrikaları, şeker ve çimento fabrikaları, özel ve kamu sektörüne ait saymakla bitiremeyeceğimiz sanayi tesisleriyle, otoyollar, köprüler, limanlar, 78 üniversite ve okullar, hastaneler, demir yolları, hava alanları, petrol boru hatları, mavi akım adı verilen doğalgaz boru hatları ve yine saymakla bitiremeyeceğimiz alt yapı tesisleri; barajlar, hidroelektrik ve termik santralleri 2002 yılında mevcuttu. 180 milyar kilovat/saat enerji de üretiliyordu. Yani; reddedilemeyecek büyüklükte ve önemde bir varlık mirası devraldınız. Üstelik; 6 yıllık iktidarınız süresince, başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimizi yabancılara sattınız. Ki; bu sayede 50 milyar doları aşan bir gelir de elde ettiniz. Bu durum karşısında, geçmişi inkâr etmenizin ve övünmenizin bir anlamı kalır mı?

Dikkat ediyorum; her fırsatta ihracat ve millî gelir rakamlarını örnek göstererek, "79 yılda şu kadar, bugün 6 yıl zarfında 79 yıldan fazla " ifadelerini kullanarak, bir zafer edası ile, Cumhuriyetin 79 yılını yok farz etmektesiniz. Size; iç ve dış borçları konu ederek, "İç ve dış borç stokumuz 2002 yılında 250 milyar YTL. idi. Bugün bu borçlar, 500 milyar YTL.'ye ulaşmıştır. 79 yılda 250 milyar, 6 yılda 79 yıla denk bir borçlanma." Diye sorsam, acaba, cevabınız ne olur?


Sayın BAKAN;


Siyaseti bir yana bırakıyorum ve bütçe ile ilgili görüşlerimi arz etmek istiyorum:


Neresinden baksak, 2009 yılı bütçesi de bir borç ve faiz bütçesidir. Böyle bir bütçe ile kalkınmayı ve gelişmeyi sağlamak, bir hayalden öteye geçemez. Zirâ; bütçesinin yüzde 30'unu yatırımlara ayıramayan bir ülkenin, düzgün bir hedefe yöneldiği ve sorunlarını çözdüğü, dünya tarihinde görülmemiştir.

262 milyar YTL büyüklüğündeki 2009 yılı bütçesinde 13,5 milyar YTL, açık ve 57,5 milyar YTL. faiz ödemesi ön görülmüştür. Yatırımlara ayrılan pay, 16.6 milyar YTL'.dir. Carî transferlere ayrılan 88,5 milyar YTL.'den tarımsal destek için ayrılabilen pay, sâdece ve sâdece 5,5 milyar YTL.'dir

Usta bir kaptanın yönetiminde ülkeyi, bilen bir Maliye Bakanı olarak gayet iyi idare ettiğinizi söylediğiniz için sormak zorundayım

BÖYLE BİR BÜTÇE İLE, ÜLKENİN DÜZE ÇIKMASI, KALKINMASI ve MİLLETİN REFAHA ERİŞMESİ MÜMKÜN OLABİLİR Mİ?

Dikkat çekici diğer bir husus da, şudur:

2009 yılında 202,1 milyar YTL olarak ön görülen vergi gelirlerinin 107,9 milyar YTL.'sini, dolaylı vergiler oluşturmaktadır.


Böylesine çarpık bir vergi politikası ile sosyal adâleti sağlamak ve gelir dağılımını düzeltmek mümkün olabilir mi?


Sayın BAKAN;


Asıl maksadım sizi eleştirmek değil, bir gerçeğe dikkatinizi çekmektir. O da, şudur:

Türkiye, 28 yıldan beri yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edilmektedir. Eğer; AKP iktidarı olarak siz; Türkiye'yi 2002 yılında başlatacağınıza, 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'si ile, 12 Eylül 1980 sonrası Türkiye'sini mukayese etseydiniz, gerçek başarıyı bulmuş olurdunuz. Dikkatlerinize arz ediyorum;

12 Eylül 1980 sabahı Türkiye'nin 12,5 milyar dolar borcu vardı ve iç borçları yok denecek kadar azdı. Şimdi, dikkat ediniz:


Türkiye, 1980-2007 sonu arasında 550 milyar dolar faiz ödemiştir. Ve bugünkü borç stoku ise, 500 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu dönemde, ancak 100 milyar dolarlık bir yatırım yapabilmiştir.


Yatırım harcamalarımız son 27 yıl zarfında 2,5-3 kat artarken, iç borç faiz ödemelerimiz 75 kattan, dış borç faiz ödemelerimiz 19 kattan fazla artmıştır.

Şayet 1965- 1980 Türkiye'sini iyi analiz edebilseydiniz; 12 Eylül 1980 sabahındaki 12,5 milyar dolar dış borcun, alınan mesafeye göre bir hiç mesabesinde olduğunu görürdünüz. İhtilâl İdaresi, gelmiş geçmiş bütün Cumhuriyet hükümetlerini hesaba çekerek, "Bu 12,5 milyar dolar borcu niçin yaptınız ve bu paraları nerede kullandınız?" diye sorsaydı; bu borcun karşılığı olarak en az, 100 milyar dolarlık bir iktisadî varlığın meydana getirildiğini anlardı.

Şimdi merak ediyorum:

Bu mektubum elinize geçer ve okursanız; Türkiye'yi 2002 yılında başlatma sevdanız devam eder mi?


En önemlisi; vicdanî bir muhasebe yaparak, ne derece başarılı olduğunuzu ortaya koyabilir misiniz

Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı


Sayın Kemâl UNAKITAN
Maliye Bakanı
Ankara
24 Aralık 2008           


Sayın BAKAN; 


Bütçe müzakereleri sırasında yapılan eleştirilere verdiğiniz cevaplarınızı dikkatle dinledim.


Moral aşılamak, partililerinizi gayrete getirmek için verdiğiniz esprili cevaplar; hiç şüphesiz, siyasî tarihimize yine, esprili ifadelerle geçecektir. Zira; aksini söyleseniz de Türkiye, rahat değildir ve hararetle savunduğunuz bütçe, ülkemize ve milletimize refah getirmeyecektir. Korkarım ki; zaman, beni haklı çıkaracaktır.

Bu mektubumda bütçe rakamları üzerinde durmayacağım. Cevaplarınızın bazı bölümlerini konu ederek, görüşlerimi arz edeceğim. Şöyle ki:


1-Bir cevabınızda, tasarrufların yetersiz olduğunu, insanlarımızın ölçüsüz harcamalar yaptığını ifade ettiniz.


Evet, tasarruflar yetersizdir. Ama bunun sebebi, halkın aşırı harcama yapması değildir. Asıl sebep, halkın tasarruf gücünün olmamasıdır. Nüfusumuzun ancak yüzde 10'u kadar bir kesimi, her şart altında rahattır ve istediği gibi harcamaktadır. Geriye kalan halk kitlelerinin durumu da bellidir ve bilinmektedir:


Pahalılık, halkın çok büyük bir kesimini bunaltmıştır.


Küçük esnaf ve sanatkâr, memur ve işçi, emekli, dul ve yetim zordadır.


Köylü ve çiftçi, perişandır.


İşsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır ve sokaklar, vasıflı veya vasıfsız genç işsizlerle doludur.


KOBİ'ler, sağlıksız dış ticaret rejimi sebebiyle, varlıklarını koruyamayacak durumdadır.


Tarım ve hayvancılık çökmüştür ve katma değer yaratamayacak duruma düşmüştür.


Geniş halk kitleleri, altından kalkılamayacak derecede borca batmıştır. Hesap ortadadır: İktidara geldiğiniz 2002 yılının sonunda halkın bankalara olan borcu (Tüketici, ihtiyaç ve kredi kartları), 6.4 milyar TL. idi. Bugün bu borç, 120 milyar Tl'ye ulaşmıştır. Yani; 6 yıl zarfında bu borç, 20 kat artmıştır.


Bu gerçekler karşısında halkın tasarruf gücünün olduğu söylenebilir mi?


Aslında dikkatli bir analiz yapılırsa; bankalardaki mevduatların kaydî olarak büyüdüğü görülür. Yani mevduatlar, tasarruf ederek değil, faizlerle büyümüştür ve sistem, paralı kesime çalışmıştır.


Bankalardaki toplam mevduatın yüzde 98'i vadeli mevduattır ve oluşan bu mevduatın yüzde 90'nı, toplam hesapların yüzde 2,5'i kontrol etmektedir. Yani sistem, çok büyük oranda kaydî para üretmektedir. Bu durum, sağlıksızdır ve kimseye hayır getirmez. Zira; üretime, yatırımlara ve istihdama kaynak olması gereken para, belirli bir kesime rant üretmektedir. İşte, basit bir örnek:

Bugün bankalarda 1 milyon liralık mevduatı olan kişilerin, herhangi bir iş yapmalarına lüzum yoktur. Zira; aylık gelirleri, net 15 bin liradır. Ama; 1 milyon lira sermaye ile ticaret veya üretim yapan kişilerin ayda 15 bin lira kazanmaları mümkün değildir. Hatta, kriz anında bu kişilerin batmaları mukadderdir.

2- Verdiğiniz cevaplarda dikkat çekici diğer bir husus, özelleştirme faaliyetleridir. Özelleştirmeyi o kadar hararetli savundunuz ki; "Kâr eden kamu kuruluşları dahî, devlete yüktür." İfadesini kullandınız ve özelleştirilen kuruluşları, değerinin çok üstünde bir fiyatla sattığınızı belirttiniz. Acaba, öyle midir?. Türk Telekom'dan bir örnekle, değerlendirme yapmakta fayda vardır. Dikkatlerinize arz ediyorum:

23 milyon abonesi olan Türk Telekom'un yüzde 55 hissesi, Hariri ailesine, 12 milyar dolar değer üzerinden satıldı. Bu yıl da yüzde 15 hissesi, yine 12 milyar dolar değer üzerinden satıldı.


10 milyon abonesi olan Yunan Telekom'un yüzde 20 hissesi bu yıl, Alman Telekom'a, 23 milyar dolar değer üzerinden satıldı.


Hariri ailesi, satın aldığı Türk Telekom'un hisselerinin yüzde 50'sini bu yıl, Suudi Oger'e, 22,5 milyar dolar değer üzerinden sattı. Açık ifadeyle Hariri ailesi, aldığı hisselerin yarısını satmak suretiyle verdiği parayı geri almış oldu. Böylece; yüzde 37,5 oranındaki hisseye bedava sahip olmuş oldu. Üstelik; her yıl aldığı kâr payı da, avantası oldu. Yani; altın yumurtlayan bir tavuk, yabancılara ikram edildi.


İnce hesaplara pek aklım ermez. Ama; "Türk Telekom'un özelleştirilmesindeki fayda nedir?" diye, sormadan edemiyorum. Ayrıca; basındaki haberlere göre; Türk Telekom'da, özelleştirilmezden önce51 bin olan çalışan sayısı, 35 bine düşmüştür. Yani Devlet, 16 bin kişinin muhtasar vergilerini ve Sosyal Güvenlik primlerini de kaybetmiştir. Merak ediyorum:


BU TARZ ÖZELLEŞTİRMENİN FAYDASI NEREDEDİR?


6 yıl zarfında yapılan özelleştirmelerden elde edilen gelir, Sayın Başbakan'ın ifadesine göre 50 milyar dolar olmuştur. Dikkat çekicidir:


2009 yılı bütçesinde 57,5 milyar Tl. faiz ödemesi öngörülmüştür. Yani; 6 yıl zarfında elde edilen özelleştirme gelirleri, neredeyse, 2009 yılı faiz giderine eşittir. BU GERÇEK, ACABA, HANGİ BAŞARI HANESİNE YAZILMALIDIR?

Biz küçüklerin, sizler gibi büyüklerin işlerine, tabii ki akıl erdiremeyiz. Avamdan olan bizlerin aydınlatılmaya ihtiyacı vardır. Lütfeder de bizleri aydınlatırsanız; size minnettar kalırız ve gönülden tebrik ederiz. Elbette ki; ef'aliniz, bizler için hüccet olacaktır.


Dikkatli bir vatandaş olarak ve de demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan
Ankara 15 Temmuz 2008


Sayın BAŞBAKAN;


Partinizin 15 Temmuz 2008 tarihli Grup toplantısında yaptığınız konuşmanızın bir bölümünde; "Geceleri para basmak suretiyle sinsi planlarla, halkın cebinden para çalan bir iktidar değiliz." ifadesini kullandınız.

Bu ifadenizden anlaşılmaktadır ki; sizden evvelki iktidarların para basarak ekonomiyi yürüttüklerine, ciddi bir şekilde inandırılmışsınız.

Yıllardan beri, holdinglerin veya bankaların danışmanı konumundaki bazı ekonomistlerin ortaya attıkları ve yönetenleri etkilemeye çalıştıkları bu görüş, doğru değildir. Zîra; geceleri para basmayı bırakınız; Merkez Bankası, ekonominin ihtiyacı olan kağıt parayı dahi piyasaya vermemiştir. Ayrıca; "Emisyon Hacmi" olarak ifade edilen TL: miktarının ne olması gerektiğine dair de bir tartışma yapılmamıştır.

1987'den itibaren yürütülen bir politika kapsamında piyasadaki TL. miktarı azaltılarak tedavüle, yabancı paralar sürülmüştür. Bu uygulamalar, KUR- FAİZ makasındaki bir RANT ekonomisini başlatmıştır. Bu modeli yürütenlerin yanıltmaları sebebiyle, sizden evvelki iktidarların da, sizin iktidarınızın da para basmak aklına gelmemiştir. Aslında, piyasanın ihtiyacı kadar TL piyasaya verilmiş olsaydı; bugün Türkiye, iç ve dış borç batağına saplanmayacak ve nahak yere 500 milyar dolar faiz ödenmeyecekti.

Gelişmiş ülkelerde tedavüldeki banknot miktarı, milli gelirlerinin yüzde 10'u, bütçelerinin yüzde 30'u kadardır. Şu anda bizdeki bu oran yüzde 3,5'tur. ABD'de fert başına kâğıt para miktarı 3 bin 500 dolardır. Bizde ise, 350 dolardır. Duruma bakalım:

Bugün Milli Gelirimiz, 837 milyar YTL.dir. 14 Temmuz 2008 tarihi itibariyle tedavüldeki banknot miktarı, 30 milyar 500 milyon YTL'dir. Tedavülde olması gereken kâğıt para miktarı, 84 milyar YTL'dir.

Uygulanan yanlış ekonomi ve para politikaları sebebiyle, Emisyon hacmindeki bu boşluğu, YABANCI PARALAR doldurmuştur. Yani; tedavülde, "Nominal Karakterli" TL: ile "Fiktif Karakterli" yabancı paralar vardır. Bu uygulama da, "SICAK PARA" rantının kapılarını, ardına kadar açmıştır. Yüksek REEL FAİZLER sebebiyle de Türkiye, alabildiğine soyulmaktadır. Bu kusur, sadece iktidarınızın değil, Özal iktidarıyla başlayan bir kusurdur. Ve hiç kimse de, bu yanlış modelin düzeltilmesi için bir gayret göstermemiştir.

Bu görüşümün doğruluğunu ispatlayacak veriler de şöyledir:

12 Eylül 1980 sabahı Türkiye'nin dış borç stoku, 13 milyar dolardı. İç borçları ise, yok denecek kadar azdı: 200 milyon dolar.

Bugün Türkiye'nin dış borçları, Mart 2008 tarihi itibariyle 262 milyar dolardır. İç borçlar ise, 220 milyar dolardır.

1987'den bugüne kadar geçen süre zarfında DEVLET, 500 milyar dolar da faiz ödemiştir.

2002 sonu itibarıyla Türkiye'nin iç ve dış borç toplamı, 220 milyar dolardı.

Son 6 yıl zarfında Türkiye'nin borçları, 260 milyar dolar artmıştır.

Üstelik; 1987'den bugüne kadar geçen süre zarfında başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadi değerlerimiz, yabancıların eline geçmiştir. Ki; bu durum gelecekte, Türkiye'yi zora sokacaktır. Basit bir örnek:

2003'ten Mayıs 2008 sonuna kadar yabancılar, 25 milyar 600 milyon dolar kâr transferi yapmışlardır. Bunun 7.6 milyar doları doğrudan yatırım şirketlerine, 18 milyar doları da, portfoy yatırımlarına aittir. 2002'de 66 milyon dolar olan doğrudan yatırım şirketlerinin kâr transferlerinin, bugün 7.6 milyar dolara çıkması, herkesi düşündürmelidir. Ki; bu miktar giderek artacaktır. Yani Türkiye, geleceğini riske sokmuştur. Ayrıca Türkiye, oluşan dış ticaret ve cari açığın altından kalkamaz.

İşte bu noktaya, PARA BASILMAMASI SEBEBİYLE GELİNMİŞTİR.

Merkez Bankası, 1987'den itibaren Hazine'yi fonlamaktan vazgeçerek, özel bankaları fonlamıştır. Bunun neticesinde de Hazine ve Kamu Kuruluşları, piyasanın yüksek faizine mahkûm edilmiştir. Birliklerin, Toprak Mahsulleri Ofisinin v.s.'nin işlevsiz hale getirilişinin sebebi de, budur.

Para basma konusundaki görüşleriniz doğru mudur, değil midir?

Bunu açığa çıkarmak elinizdedir. Şöyle ki:

1980'den, hatta 1970'ten itibaren EMİSYON hacminin, milli gelire oranlarını ortaya çıkartıp, incelerseniz, şaşırtıcı bir neticeye ulaşırsınız.

Gerçek olan şudur

12 Eylül 1980'den sonra Türkiye'nin ekonomisi, üretkenliğini kaybederek, KUR-FAİZ makasında şekillendirilen şahane bir RANT EKONOMİSİNE dönüştürülmüştür. İktisadın şaşmaz ve değişmez kuralıdır:

Rantlar yükselirse, REFAH ortadan kalkar.

İktidara geldiğiniz zaman, bu modelin değişebileceğini ummuştum.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Not: Halkı asıl soyan husus, çok yüksek oranlı
dolaylı vergilerdir. Mutlaka, buna bir çare bulunmalıdır.


Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 1 Aralık 2009


Sayın BAŞBAKAN;


Partinizin bugünkü grup toplantısında yaptığınız konuşmanızı, büyük bir dikkatle izledim.

Üzülerek ifade edeyim ki; sert bir üslûpla ve muhalefeti hedef alan konuşmanız, gerginliğin zirvesinde olan ülkemizi ve çaresizliğin girdabında şevk, heyecan ve umudunu kaybetmiş milletimizi rahatlatmaya yetmez. Zîra; ne kadar övünürseniz övünün; 7 yıllık iktidarınız döneminde Türkiye’yi iyi idare edemediğiniz bir gerçektir

Evet; ülkemizde, âkibetinin ne olacağı belli olmayan ve hedefleri kamuoyunca iyi bilinmeyen gerginlikler yaşanmaktadır. Bunun sebebi de, muhalefetin tutum ve davranışları, basının yönlendirmeleri değildir. Üstelik; halkın kendi arasında sorun yoktur ve halk, sulh, sükûn, huzur ve güven istemektedir. Ne Alevî’nin Sünnî’ye, ne Sünnî’nin Alevî’ye ne Türkün Kürde ve ne de Kürdün Türk’e yan baktığı yoktur. Azınlıklara sataşan ve onları dışlayan bir oluşum da bulunmamaktadır. Bugün, başta İstanbul olmak üzere Mersin, Antalya ve Doğu ve Güneydoğu’da olay yaratanlar, ortalığı toza-dumana katanlar, belirli bir merkezden idare edilen ve belirli bir hedefe yönelik olarak hareket eden bir avuç provokatörlerdir.Yani; Türkiye, iç ve dış husumet odaklarının saldırısına maruz kalmıştır.

Açık ifadeyle; Türkiye’nin huzura ve iyi yönetilmeye ihtiyacı vardır. Bu görev de, hükümetinize düşmektedir. Devleti, bir ahenk içinde işletmek, sükûneti sağlamak, halkın refahı için çalışmak, hükümetlerin en başta gelen görevidir. Hükümetler, zoru başarmak mecburiyetindedirler. Mazeret beyan etmek, hükümetlerin hakkı değildir.

Sayın BAŞBAKAN;

Kim ne derse desin ve kim nasıl yorumlarsa yorumlasın; Türkiye zordadır ve halkın çok büyük bir bölümü sıkıntıdadır. Memurların, işçilerin, emeklilerin, dul ve yetimlerin aldıkları ücretler bellidir. Bu ücretlerden refah çıkmaz ve hattâ, bu ücretlerle, asgarî hayat standardı dahî sağlanamaz. Esnaf, sanatkâr, köylü ve çiftçiler, el emeklerinin, göz nurlarının karşılığını almaktan uzaktır. İşsizlik, tolumun belini bükmüştür. Gelir dağılımındaki bozukluk, fevkalâde yaygındır. Dolaylı vergiler, geniş halk kitlelerini bunaltmıştır. Ayrıca halk, altından kalkılamayacak derecede bir borç yükünün altında inlemektedir. Bunu da, devletin bütçelerindeki tutarsızlıklar doğrulamaktadır. Örnek, 2010 yılı Bütçe Kanunu Tasarısıdır. İşte rakamlar:

286,9 milyar lira büyüklüğünde tasarlanan 2010 yılı bütçesinde;


50,1 milyar lira açık, 58,8 milyar lira faiz ödemesi, 60,3 milyar personel gideri ve 19 milyar lira yatırım harcaması öngörülmüştür. Personel giderleri, neredeyse faiz giderlerine eşittir.

2009 yılının 10 ayında bütçe, 43,2 milyar lira açık vermiştir ve bu açık yılsonunda, 60 milyar liraya ulaşacaktır. Faiz ödemeleri de 59 milyar lirayı bulacaktır.

Geçmiş yıllara ait göstergeler de iç açıcı değildir. Şöyle ki:

2005 yılında 46, 2006 yılında 46, 2007 yılında 53, 2008 yılında 57, milyar lira faiz ödenmiştir. 2009 yılı için de 59 milyar lira faiz harcaması öngörülmüştür. Buna mukabil yatırımlara;

2005 yılında 11 milyar, 2006 yılında 14 milyar, 2007 yılında 15 milyar, 2008 yılında 16 milyar lira harcama yapılmış ve 2009 yılında 17 milyar lira harcama öngörülmüştür. Yatırımlara ayrılan payın bütçeye oranı, yüzde 7’dir. Faize harcanan para, yatırımlara ayrılan payın 4-5 katıdır. Bütçesinden, yatırımlara yüzde 30 oranında pay ayıramayan ülkelerin, refaha erişmesi mümkün değildir.

Bütçe açıkları ve cari açıklar, yeniden borçlanma demektir. Zaten iç ve dış borçlardaki artış, bu gerçeği doğrulamaktadır. İşte rakamlar:

2008 yılında 274,8 milyar lira olan iç borç stoku, 2009 Ekim sonunda 52,4 milyar lira artarak, 327,2 milyar liraya ulaşmıştır. İç borç stoku 2004 Ekim sonunda 225 lira idi. Kasım 2002 de 150 milyar lira olan iç borç stoku, iktidarınız döneminde 177 milyar lira artarak 327,2 milyar liraya yükselmiştir. Bu da, 2010 yılı sonunda iç borçların, 400 milyar lirayı aşacağını göstermektedir. Türkiye’nin iç ve dış borçları toplamı, 700 milyar liraya (465 milyar dolar) ulaşmıştır. Bu borç toplamı 2002 sonunda 335 milyar lira (222 milyar dolar) seviyesindeydi. Yani; iktidarınız döneminde Türkiye’nin borçları iki, halkın bankalara olan tüketici borçları yirmi misli artmıştır.

Halkın tüketici kredi borçları, 120 milyar lirayı aşmıştır. Ki; bu borç, 2002 sonunda 6,4 milyar lira seviyesindeydi. Buna mukabil bankalarda 22 bin ailenin, 150 milyar lira parası vardır.

Bu göstergeler, Türkiye’yi iyi idare edemediğinizi göstermektedir. Döneminizde Türkiye, yatırımsız kalmıştır ve başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz yabancıların eline geçmiştir. Perakende ticaretimize dahî, yabancılar hâkimdir. Bu başarısızlık, 11 bin kilometre duble yolla, 300 bin konutla, henüz daha başlangıç safhasındaki 56 üniversite ve sosyal yardımlarla örtülemez.

Hükümet olarak, nerelerde hata yaptığınızı düşünerek öz eleştiri yapmanız, sulh, sükûn, huzur ve güven ortamının sağlanmasına yardımcı olacaktır. Muhalefeti ve basını eleştirmenin, size bir faydası olmaz. Zîra; önümüzdeki yılların, daha da zorlu geçeceği bellidir. Bu zorluklara çare bulacak programlar geliştirmek ve uygulamaya koymak zorunluluğunuz vardır.

Türkiye’yi iyi izleyen ve gelişen olayları objektif kriterlere göre değerlendiren bir vatandaş olarak demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
BAŞBAKAN
Ankara 28 Mayıs 2008


Sayın Başbakan;


Diyarbakır'da büyük gösteriyle ilan ettiğiniz "GAP EYLEM PLANINI" açıklarken yaptığınız konuşmanızı, dikkatle dinledim. Konuşmanızın en önemli bölümü;

"Bu paket, talihi de değiştirecek ve tarihi fırsatlar yaratacak, bölgeyi geri kalmışlıktan kurtaracak bir kurtuluş projesidir. Güneydoğu bölgemizin yüzünü güldürecek ve bütün Türkiye'nin kalkınmasını sağlayacak bir projedir. geçmiştekilerin yaptığı gibi siyasi söylem ve popülist politikalarla milletimizi oyalamayacağız. Açıkladığımız plân, kaynağı tamamlanmış, tarihi belirlenmiş bir eylem planıdır. Başarı, adaleti yaymak, refahı paylaştırmakla mümkündür." şeklindeki sözlerinizdir.

Türkiye'yi 1957 yılından beri çok dikkatli izleyen ve olup-bitenleri, hislerden azade aklın, mantığın ve ilmin tahtında irdeleyen bir vatandaş olarak merak ettiğim hususu şudur:

GAP PROJESİ, Türkiye'nin en iyi planlanmış ve en büyük projesidir.


Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sulama amaçlı ve enerji üretimli 15 adet baraj planlanmıştır.


1965'ten itibaren yürürlüğe konan projeye göre inşa edilen 14 adet baraj, 2002 yılına kadar tamamlanmıştır. İnşası tamamlanan bu barajların sekiz adedinden 20 milyar kilovat/saat elektrik enerjisi elde edilmektedir.

İktidarınız döneminde ise 5 Ağustos 2006 tarihinde ILISU BARAJININ temeli atılmıştır ve 2013 yılında tamamlanması öngörülmüştür.

Bu projeyle yakın ilgisi bulunan Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralinin inşasına 1965 yılında başlanmış ve 1975 yılında tamamlanmıştır

Harran Ovası'nın ve Ceylanpınar'ın sulanması için Urfa Tünelleri'nin inşasına 3 Nisan 1977'de başlanmış; 7.62 çapında ve 26.4 kilometre uzunluğunda olan bu tünellerin birincisi (T1), 1995'te bitirilerek hizmete açılmış; İkincisi (T2), 6 Mayıs 2002'de tamamlanmıştır. Ancak; ovaların sulanması için gereken kanalların tamamlanmaması sebebiyle tünellerden sadece birisinden yararlanılmaktadır. T1 Tüneli, şu anda bakımdadır.

Fırat üzerindeki barajlar tamamlanmış; 1 milyon 100 bin hektar araziden ancak 200 bin hektar arazi sulanabilmektedir. Açıkladığınız eylem planına göre sulanacak araziler, 300 bin hektarlık Harran Ovası, 300 bin hektarlık Ceylanpınar Aşağı Mardin Ovası ile Dicle, Batman kıyı projeleri, Silopi Cizre- Nusaybin-İdil projeleri kapsamındaki arazilerdir.

Sulama projeleri için gereken para, 2.5 milyar dolardır.

Dikkat edilirse; aslında, GAP Projesi'nin yüzde 85'i tamamlanmıştır.

Bu gerçekler karşısında, "6 yıllık iktidarınız döneminde, sulama projelerini niçin gerçekleştirmediniz?" diye soracak olursam; acaba, cevabınız ne olur?

En kritik sorum da, şu olacaktır:

Sulama projelerinin tamamlandığını farz edelim ve bölgede 1 milyon ton pancar ürtimi imkanına kavuştuğumuzu farz edelim; o zaman, Şeker Kanunu kapsamına göre Türkiye, nasıl bir yaptırımla karşılaşacaktır? Mısır üretimi için de aynı sorum geçerlidir. Zira; şeker kanununa göre, tatlandırıcı elde edilen bitki üretimine de sınırlama getirilmektedir.


Pamuk, pirinç, ayçiçeği ülkemizin diğer bölgelerinde de üretilmektedir. Ama; uygulanan tarım politikaları sebebiyle yeterli seviyede üretim yapılamamaktadır

Bu durum karşısında hazırlanan eylem planına göre tarım ve hayvancılık konusunda ne gibi teşvikler düşünülmektedir.


Sayın Başbakan;


GAP Projesi kapsamında 9 il bulunmaktadır. 9 ilin yüzölçümü, 75 bin kilometrekaredir ve nüfusu, 6.5 milyondur. Bu projeyle 4 milyon kişiye nasıl iş imkânı sağlanacaktır?

880 bin kilometrekare arazisi olan Türkiye ve 75 milyon insanımız için nasıl bir eylem planı düşünmektesiniz? Türkiye'yi ve Türk milletini topyekûn kalkınmaya götürecek nasıl bir ekonomi modeli geliştirmeyi düşünmektesiniz?

Bu mektubumu, Türkiye'yi 2002 yılında başlattığınız ve geçmiş iktidarları, hiçbir şey yapmadıkları ithamıyla suçladığınız için yazdım.

Görüşlerimi ve eleştirilerimi, samimi duygularla yapmaktayım. Görevlilerin ve danıştığınız iktisatçıların sizi, yanılttıklarına inanmaktayım. Duygulara hitap etmekle, hisleri galeyana getirip, iktidarda kalabilme gayretleriyle Türkiye'nin sorunlarının çözülemeyeceği ve hedeflerinin gerçekleştirilemeyeceği gerçeğini hatırlatmak istiyorum.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


Sayın Nazım EKREN
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 24 Eylül 2008


Sayın Bakan;


Katıldığınız bir toplantıda, "TÜRKİYE HEM YAPISAL REFORMLARLA, HEM DE MÂLİ VE FİNANSAL DİSİPLİNLE KENDİ İÇİNDEN ORTAYA ÇIKACAK BİR KRİZ İHTİMÂLİNİ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE KONTROL ALTINA ALMIŞ BULUNUYOR. MÂLÎ SEKTÖR BAKIMINDAN, KAMU SEKTÖRÜ BAKIMINDAN, BİLÂNÇO AÇISINDAN CİDDİ BİR PROBLEMLE KARŞI KARŞIYA DEĞİLİZ. İÇ BORÇLAR YTL OLDUĞU İÇİN KOLAY. ÖZEL SEKTÖRÜN DIŞARDAN ALDIĞI KREDİ MİKTARINDA ARTIŞ VAR. ELBETTE BU PARANIN NEREDE KULLANILDIĞI ÖNEMLİ. ARTAN MİKTAR DÖVİZ GELİRİ VE DÖVİZ GİDERİ DENGESİ OLUŞMADIYSA BİR RİSKTİR." Dediğinizi, gazetelerden okudum.

Merak ettiğim husus şudur:

28 yıldan beri etkili ve yetkili kişilerden masal dinler gibi YAPISAL REFORM, MÂLÎ ve FİNANSAL DİSİPLİN sözlerini dinlemekteyim. Dâimâ büyük risklerle ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldığımız için de, yetkililerin bu sözlerinin bir anlam ifade etmediğini gördüm. Neticesi de bellidir:


Üretmeyen veya yeterli seviyede üretemeyen bir ekonomik yapı oluşmuştur.


1980 yılında 13 milyar dolar olan iç ve dış borç stokumuz bugün, 28 yıl zarfında ödenen 500 milyar dolar faize rağmen, 480 milyar dolara ulaşmıştır.


Dış ticaret ve cari açığımız, son 6 yılda yapılan 50 milyar dolar tutarındaki özelleştirmeye rağmen, Türkiye'nin geleceğini karartacak derecede artmıştır. Ve giderek artmaktadır.


İç pazara ve sanayiye sağlam bir kaynak sağlayan tarım ve hayvancılığımız çökmüştür ve Türkiye, kendi kendini besleyemez hale düşmüştür.


Ham madde, ara malı ve gıda maddeleri ithalâtı, büyük boyutlara ulaşmıştır.


Yıllık faiz giderlerimiz, 50 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır.

Bu durum karşısında merak ediyorum:

28 yıldan beri Türkiye'nin yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edildiğine dair bir kanaatiniz oluşmuş mudur?


Sâdece parasal ve mâlî politikalarla idare edilen bir ülkede, üretmek veya yeterli seviyede üretmek mümkün olur mu?


Türkiye'nin bu derece borçlanmasına ve dış ülkelere katma değer transfer etmesine ihtiyaç var mıydı?


TÜİK açıklamıştır: Sabit fiyatlarla 2003 yılında 76 milyar YTL olan Gayri Safî Millî Hasıla, 2007 sonunda ancak 101 milyar YTL'ye ulaşabilmiştir. Beş yıl zarfındaki artış, yüzde 34'tür. Size göre bu, yeterli midir?


En önemlisi; muhtemel bir malî krizde, Türkiye'nin durumu ne olacaktır?

Sayın Bakan;

Herkesin müşterek düşüncesi, 2001 krizinin bir beceriksizlik ve kötü idare sebebiyle meydana geldiği şeklindedir. Hattâ, Anayasa kitapçığının fırlatılması neticesinde bu krizin oluştuğu kanaati yaygındır. Acaba, siz de ayni kanaatte misiniz? Bu krizin, yabancılar tarafından plânlı ve bir hedefe yönelik olarak bilinçli bir şekilde çıkartıldığını düşündüğünüz olmuş mudur?

Konuyu biraz açayım:

Hatırlarsınız; Türkiye, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremiyle sarsıldı ve ekonomisi, ağır bir darbe aldı.


29 Kasım 2000 tarihinde İngiltere Bankalar Birliği Başkanı ve İngiltere Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Andrew Buxton, verdiği bir demeçte Türk bankacılığı için şu sözleri söylemişti:


"TÜRKİYE'DE FİNANSAL HİZMETLERİN YAYGINLAŞTIRILMASI VE GENİŞLETİLMESİ İÇİN BİRLEŞTİRMELER GERÇEKLEŞTİRİLECEK VE BAZI BANKALAR YOK OLACAKTIR."


Bu sözler, yaratılacak bir krizin işaretleriydi. Sonraki gelişmeler, Buxton'un sözlerinin doğruluğunu ıspatlamıştır. Her nedense; hiç kimse, bu gerçeği ülkenin gündemine getirmemiştir. Yani; 21 Şubat 2001 krizinin, bilinçli olarak yaratıldığını ifade eden çıkmamıştır.

Günün BDDK Başkanı Engin Akçakoca, 11 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemişti:


"BANKALARI FONA ALMADAN REHABİLİTE EĞİLİMİNDEYDİK. BUNUN İÇİN DÖRT HAFTA DAHA FIRSAT TANINMASINI İSTEDİK. DÜNYA BANKASI İLE MUTABAKAT SAĞLADIK. AMA, IMF TARAFI DAHA KATI DAVRANDI VE İMF'Yİ İKNA EDEMEDİK. BEN, GENE DE DÜŞÜNÜYORUM Kİ; ÖYLE BİR FIRSAT TANINSAYDI, DAHA UCUZ BİR ÇÖZÜM YOLU BULUNABİLİRDİ. GARANTİSİ YOK; AMA, DENENMELİYDİ."


Engin Akçakoca'nın bu sözlerinin ne anlama geldiğini konuşan, irdeleyen ve sorgulayan çıkmamıştır. Başkalarına boyun eğdiğimizi, bilerek veya bilmeyerek herkes kabullenmiştir.

Başka bir örnek, çok daha vahimdir:


Günün FON bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok ise; Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Semerci'ye verdiği ve 1 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:


"25 KASIM 2001 TARİHİ İTİBARİYLE TMSF'YE 18 BANKA DEVREDİLMİŞ; 4 BANKA SATILMIŞ, BİR BANKANIN LİSANSI İPTÂL EDİLMİŞTİR. 30 KASIM'DA BİR BANKA DAHA FON'A ALINMIŞ VE BİR BANKA DA KAPATILMIŞTIR. BİZ, FON'A ALINAN BANKALARI VE İŞTİRAKLERİNİ YAŞATMAYI DEĞİL, TASFİYELERİNİ HEDEF ALDIK."


Sonraki gelişmeler, Tevfik Altınok'un dediği gibi gerçekleşmiştir. Yani; "Batmış banka" kavramı ile "Nakit ihtiyacı olan banka" kavramı bir birine karıştırılarak, büyük bir tasfiye sağlanmış ve yabancıların banka alma kapısı açılmıştır.


Bu hususu da kimse konuşmamıştır ve Türkiye ekonomisinin tasfiye hareketini, "BÜYÜK REFORM" olarak alkışlamıştır.

Merak ediyorum:

Bu hususlarla ilgili olarak, acaba, sizin kanaat ve görüşleriniz nedir?


Gelinen nokta bilinmektedir: BUGÜN, BAŞTA BANKALARIMIZ OLMAK ÜZERE ÖNEMLİ İKTİSADÎ DEĞERLERİMİZ, YABANCILARIN ELİNE GEÇMİŞTİR. Üstelik; en büyük tasfiye, Kemâl Derviş'in programını doğru kabul eden iktidarınız tarafından gerçekleştirilmiştir.

Acaba; geldiğimiz bu durum, sizi rahatsız ediyor mu?


Ve; muhtemel bir krizde, Türkiye'nin durumu ne olacaktır? Veya dolar ticaretine dayalı bu RANT EKONOMİSİ İLE TÜRKİYE, NEREYE GİDECEKTİR?


FİNANS ve BANKACILIK kesimiyle, TÜRKİYE'NİN ekonomisini İSTEK ve ÇIKARLARI doğrultusunda YÖNLENDİRMESİNİ başaran ve idareleri BASKI altında TUTABİLEN 15-20 holdinge ESİR edilen TÜRKİYE'NİN durumu ne olacaktır?

Ülke meselelerini dikkatli yakından takip eden bir vatandaş olarak demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: