20 Aralık 2009 Pazar

Kim, ne kadar demokrattır?

Sayın Hasan CEMÂL
Milliyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 20 Aralık 2009

Sayın CEMÂL;

20 Aralık 2009 tarihli ve “Yoksa bende asker takıntısı mı var?” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Evet; sizde, sebebini, ancak kendinizin bileceği şekilde bir asker takıntısı mevcuttur. Yıllardan beri bıkmadan, usanmadan askerleri hedef alarak, halkı yanıltmak ve korkutmak için, olmayan ve asla olmayacak bir “darbe öcüsü” yaratmaya çalışıyorsunuz. Her ne kadar;

“Bende ‘asker takıntısı’ yok, biliyorum, bende demokrasi takıntısı var.” demiş olsanız da, bilen ve düşünmesini bilenleri, asker takıntınızın olmadığına inandıramazsanız. Zîra; sizin demokrasi takıntınız da, yapmacıktır ve aldatmacadır. Sebebine gelince:

1- 12 Eylül 1980’den önce ve bilhassa 12 Mart 1971’den önce; askeri tahrik ederek, darbe ortamının oluşturulması ve devletin sokağa mağlûp ettirilmesi için meydana getirilen bütün provokasyonların içinde aktif rol üstlenen Hasan Cemâl’in, samimi olmasını ve tahrikin değişik bir şeklini uygulamadığını kabul etmek, akla, mantığa ve ilme göre uygun değildir. Çünkü; 29 yıldan beri hüküm süren rejime, demokrasi denilemeyeceğini bilecek kadar akıllısınız.

2- Askerî müdahaleleri kabullenmek ve uygun görmek, başta askerler olmak üzere, hiç kimse için mümkün değildir. Zaten bu gerçeği, zaman, zaman askerler de açıklamışlardır. Askerî idarelerin kalıcı olmamasının sebebi de, bu gerçeğe dayanmaktadır. Bu gerçeği, darbe ortamlarını hazırlamak için çalışanlar da düşünmelidirler. Ki; bugün askeri hedef alanların, bir darbe ortamının oluşmasına çalışmış olabilecekleri ihtimâlini de, dikkate almak şarttır.

3- 12 Eylül 1980 İhtilâli’nden sonra askeri yönetim, sür’atle demokrasiye dönüş çalışmalarını başlatmış ve Danışma Meclisi oluşturmuştur. Askeri darbeyi alkışlayanlar, siyasî parti liderlerinin kavgalarını, çekişmelerini ve zıtlaşmalarını, darbenin sebebi olarak gösterdikleri ve bu doğrultuda kamuoyu oluşturdukları için askerler, 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra hazırladıkları Seçim ve Siyasî Partiler Kanunları’nı, liderlerin ve parti üst yönetimlerinin hâkimiyetlerini azaltacak şekilde düzenlemişlerdir. Bu düzenlemeye göre; siyasî partilerin her kademedeki yöneticilerini ve milletvekili aday tespitlerini, partiye kayıtlı üyeler bırakmışlardır. Ön seçimler, partiye kayıtlı üyelerce ve hâkim teminatında yapılacaktı. Asıl hâkim düşünce; halkı, bütünüyle sistemin içine çekebilme düşüncesidir. Gerçek demokrasinin gereği de budur. Bu sistemde, ülke ve çevre barajları yoktu.

4- 1983 seçimlerine Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti iştirak ettirilmediği için, Anavatan Partisi, tek başına iktidara geldi ve Turgut Özal, Başbakan oldu. O günlerde, bugün demokrasi havarisi geçinenler başta olmak üzere, etkili sivil toplum örgütleri, siyaset yasakları ile DYP ve SODEP’in seçimlere sokulmamasına hiç karşı çıkmamışlardır. Hattâ, 1987’de yapılan referandum’da, siyaset yasaklarının devamı için, halkı etkilemeye çalışmışlardır. Referandumun çok az bir farkla sonuçlanması, bu kişi ve kuruluşların yönlendirilmeleri sebebiyledir.

5- 1986 ara seçimlerinde, iktidarı kaybedeceğini anlayan Turgut Özal, askerlerin yaptığı Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarını değiştirerek, halkı, tamamen sistemin dışına itmiş ve siyasi parti liderlerine, diktatörlük kapılarını açmıştır. Ön seçimlerin tamamen kaldırılması, yüksek oranlı çevre ve ülke barajının getirilmesi, Seçim Çevrelerinin oluşturulması, kontenjan milletvekilliği uygulaması, demokrasiye vurulan en büyük darbe olmuştur. Bu düzenlemelerle Turgut Özal, 1987 baskın seçimlerinde, yüzde 34,6 oy oranıyla, Meclis’te kahir bir sayı üstünlüğü sağlayarak, tekrar tek başına iktidara gelmiştir. Özal’ın getirdiği bu sistem, halen yürürlüktedir. Bu sistemde Türkiye, hiçbir zaman düzgün bir seçim yapamamıştır. Halk, sistemin dışında tutulduğu için, siyasî parti liderlerini tek söz sahibi yapan bu sistemi, demokrasi olarak kabullenenler, askerin savunma maksatlı beyanlarını, antidemokratik ilân ederek, ortalığı, toza-dumana katmaktadırlar. DEVLETİN, bir PARTİ DEVLETİ haline getirilmesini alkışlamaktadırlar.


Sayın CEMÂL;


Göstermelik ve azıcı demokrasi ile Türkiye, bir yere varamaz ve zaman kaybeder. Son 29 yılda zaten, çok şey kaybetmiştir. Keyfî ve hukuk dışı uygulamalarla Devletin Çarkı, bir daha düzeltilmesi çok zor bir şekilde bozulmuştur. Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip olan Türkiye, kendi kendisini besleyemez duruma düşmüş ve çaresizlik içindedir; halk, fukaralıkla boğuşmaktadır.

Bugüne kadar bu konularla ilgili tutarlı bir yazınızı göremedim. Gerçekten demokrasi arayışında olsaydınız, askerleri hedef alacağınıza; Türkiye’nin, tam anlamıyla Hür ve Demokrat bir ülke haline gelmesi için, gayret sarf ederdiniz ve düzgün bir kamuoyu oluşturmak için çalışırdınız. TARAF’ın, “Paşa, sen bize KAFES’i anlat!” başlığını güzel bulmazdınız. Cehalet, sefalet ve husumet içinde yüzen muhbirlerin peşine takılmazdınız. Henüz daha yargı safhasında olan ve nasıl neticeleneceği bilinmeyen KAFES, bir yarbayın intiharına sebep olmuştur.

Siz, siz olun da; her şeyden önce kendi vicdanınızla hesaplaşınız. Askerleri hedef almakla, geçmişte işlediğiniz ve ülkenin huzurunu bozan günahlarınızdan arınacağınızı zannediyorsanız, yanılırsınız. Zîra; geçmişte işlediğiniz günahlar, Türkiye’nin dirlik ve düzenliğini bozmuştur. Türkiye, 12 Mart 1971’den beri bunalımdadır ve çok şey kaybetmiştir. Eski günahlarınıza yenilerini eklemenizin, size de, ülkeye de ve millete de bir faydası olmaz. Fayda; sulh, sükûn, huzur ve güven ortamını sağlamakta vardır.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: