30 Eylül 2008 Salı

15-20 YILLIK ZAMAN DİLİMİ

Sayın Yavuz DONAT
Sabah Gazetesi Yazarı 8 Temmuz 2008


Sayın Donat;

8 Temmuz 2008 tarihli yazınızı okudum.
Değindiğiniz hususlar, gerçek gündemini kaybetmiş bir Türkiye'de gayet normaldir. İddiasını, ümidini ve hedefini kaybetmiş bir adamın, kahve köşelerinde dedikodu yaymasına benziyor.
Bir düşününüz:
Eğer sulh, sükûn, huzur ve güven ortamı içinde geçirebileceğimiz 15-20 yıllık bir zaman dilimi yakalayabilseydik; acaba bugün, dünya üzerinde nasıl bir Türkiye olurdu?
Veya böyle bir zaman dilimini yakalayamadığımız için, neler kaybettik?
Avrupa'da Rusya'dan sonra en büyük toprağa sahip Türkiye'nin, kendi kendisini besleyemez hale geldiğini gören ve düşünmesini bilen herkes, bu soruları sormak ve cevaplarını bulmak zorundadır.
Değişik bir soru daha:
Her kurum ve kuruluş ve de herkes, ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işleyen bir REJİM ve işleyen bir DEVLET arayışında olsaydı ve REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşısaydı; bugün dünya üzerinde nasıl bir Türkiye olurdu?
Bulunduğumuz coğrafyanın özelliği sebebiyle daima iç ve dış gailelere maruz kalan Türkiye'de yaşayan herkes, bu sorunun cevabını da bulmak zorundadır.
Sorular bitmez. İşte bir soru daha:
Halkı bilgilendirme ve müspet yönde kamuoyu oluşturma görevini üstlenen ve gerçek bir demokrasinin hem varoluş ve hem de teminâtı olan medya mensupları ile siyaset ve devlet adamları Türkiye'yi ve Türk milletini iyi tanısalardı; tarih ve coğrafya bilselerdi; dünya siyasi tarihini irdelemesini başarsalardı ve dünya coğrafyasında Türkiye'nin konumunun önemini anlasalardı; acaba bugün, dünya üzerinde nasıl bir Türkiye olurdu?
Bu soru da cevabını bulmalıdır.
Sayın Donat;
Son 28 yılda Türkiye'de çok önemli olaylar yaşandı. Parlak tablolar çizildi; "Hârika" veya "Büyük reformist" sıfatları takılan şişirilmiş şöhretler yaratıldı. "Karizmatik" veya "Vizyon sahibi" olarak sıfatlanan kişiler sahneye sürüldü. Siyasî ve iktisadî
alanlarda yapılan değişiklikler, özüne bakılmaksızın doğru kabul edildi ve alkışlandı. Ama; gelinen nokta da, bellidir: Her alanda BÜYÜK BİR BUNALIM.
İktisaden iç ve dış borç batağına saplanan ve başta bankalar olmak üzere önemli iktisadî değerlerini yabancılara kaptıran ve de "SICAK PARA" sarmalında kavrulan bir Türkiye yaratıldı. Orta tabaka yok edilerek, halkın büyük bir kesimi fukaralaştırıldı.
Siyasi alanda ise; "Temsilde adalet, yönetimde istikrar" adı altında; halkı sistemin dışına iten ve ikinci seçmen durumuna düşüren; siyasi parti liderlerini, "Seçilmiş Diktatör" konumuna getiren ve gerçek demokrasi ile uzaktan yakından alâkası olmayan bir ÇARPIK MODEL kuruldu. Bu sistemin, eninde sonunda bunalım getireceğini, REJİMİ ve DEVLETİ tıkayacağını kimse görmedi ve konuşmadı. Bu 28 yıl zarfında uygulanan modelde, siyasî ve iktisadî bunalımlar meydana geldiği halde; DEVLETİ işletmekle yükümlü siyasî irâdeler, gerçek bir demokrasinin kurulması hususunda kılını bile kıpırdatmadı.
Bu sebeple bunalım kaçınılmazdı ve geldi. Her türlü bunalımı aşmakla görevli TBMM ise, sessizdir; iktidar ise, Devletin mutlak gücünü elinden kaçırmamak telâşındadır. Yani; meydan, boş bırakılmıştır. "Her boşluğu doldurmaya çalışanlar çıkar" kuralı gereğince meydana, dış destekli kişiler sürülmüştür. Bir kısmı İHANET, bir kısmı GAFLET içinde olan bu kişilerin hedefleri de, bellidir:
Ülkenin en önemli kurumu olan ve kendi içindeki disiplin ve dinamizmiyle dinamizmini kaybetmeyen TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'Nİ yıpratmak ve tahrik ederek, kaide dışı bir olaya sebebiyet vermektir.
Hiçbir zaman bu çarpık modeli sorgulamayan ve gerçek bir demokrasinin kurulması için gayret göstermeyen MEDYAMIZ da, yangına körükle giderek, bunalımı artırıcı yayın ve faâliyetlerde bulunmaktadır. Yani; her olay, hislerin tahtında kamuoyuna sunularak, halkın efkârı karıştırılmaktadır. Hem de, vatanî bir gerekçeye ve hizmet arzusuna dayanmadan bu yapılmaktadır. Yani; aklın, mantığın ve ilmin yenik düşmesi için, olağanüstü bir gayret sarf edilmektedir.
Sayın Donat;
1980 öncesi ve bilhassa 1965-1980 Türkiye'siyle, 1980 sonrası Türkiyesi'nin, varları ve yoklarıyla akılcı bir mukayesesi yapılmadan vuku bulan olayları anlamak, analiz etmek ve doğruları bulmak mümkün değildir. Doğruların bulunması mümkün olmadığı gibi; mucize kişilerin üzerine kurulan bir siyasi anlayış ve kabulleniş, Türkiye'yi, daha da gerer.
Askerler, bu gerçeğin farkındadırlar ve kurallarına göre işleyen bir demokrasi istemektedirler. 28 yıldan beri de, bir müdâhale düşünmemişlerdir. Bugün ortaya atılan müdâhale senaryoları, doğrudan doğruya, Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni yıpratmaya ve etrafa korku salmaya matuftur. Bir darbe ortamı yaratılmaya da çalışılmaktadır. Ki; böyle bir ortamın doğmasını da, muhtemelen ABD istemektedir. ABD, İngiltere ve İsrail, bölgedeki çıkarları doğrultusunda bir darbeyi, arzulamaktadırlar. Dikkat edilirse; darbe yaygarası koparanlar, Taraf Gazetesi'nde toplanmışlardır ve bazı gazetelere servis yapmaktadırlar. Bu durum karşısında büyük paylaşım ve rant peşinde koşan medya gerçekleri halktan gizlemektedir ve küçük medya da baskı altındadır veya susturulmuştur. Hangi tarafa mensup olursa olsun; hiç kimse; "Hürriyetler, adaletle sınırlandırılmazsa, demokrasi adı altında acı esaretlerin kurulacağı" gerçeğini, dile getirmemektedir.
Halk, çaresizdir; varlıklı kesim de, paranın üstündeki yazıyı geçerli tek hedef olarak kabul ettiği için, ülke sorunlarına ilgisizdir.
Bu şartlar altında bunalımdan çıkmak mümkün olabilir mi? Gelecek nesillerin istikbali söz konusu olabilir mi?
Saygılarımla.
Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: