22 Eylül 2008 Pazartesi
DEVLET ADAMI VE DIŞ SİYASET
Sayın Mehmet Yılmaz
Zaman Gazetesi Yazarı 23 Temmuz 2008
Sayın Yılmaz;
21 Temmuz 2008 tarihli ve "Türkiye'nin diplomatik gücü" başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın Büyükelçileri, "istişare" amacıyla Türkiye'ye çağırmasını bir İLK olarak değerlendirerek, AKP'ye siyasi amaçlı bir destek sağlamaya çalışmışsınız. Üstelik;
"Temennimiz, Türkiye'yi "Statik" dış politika cenderesinden çıkaran, tüm ülkelerle ve aktörlerle "diyalog" kurulmasını savunan bu politikanın devam etmesi yönünde" ifadelerini kullanarak, Türkiye'nin geçmişini inkar etmeye kalkmışsınız.
Eğer Türk siyasi tarihini iyi bilmiş olsaydınız; Türkiye'nin dış politikada daima çok yönlü teşebbüslerin ve uygulamaların olduğunu görmüş olurdunuz. Soğuk harp zamanlarında "Bağdat Paktı"nın kurulması, Sovyetler Birliği ve Demirperde Ülkeleriyle ekonomik ve teknik işbirliği yapılması; Kıbrıs'ta Rumların yaptığı katliamlara karşı "Kıbrıs Barış Harekatı" nın gerçekleştirilmesi; 1967 Arap-İsrail Savaşında, ABD ve Batı ülkelerinin baskısına rağmen Arap tezininyanında yeralınması, çok yönlü dış politikaların belgeli delilleridir.
Ne var ki; kimlerden oluştuğunu belirtmediğiniz "Aktörler", taşıdıkları endişeleri sebebiyle Türkiye'yi karıştırmaktan, huzursuz etmekten ve provokasyonlar düzenlemekten geri durmadılar. İktidarlar da, Türkiye'nin dış politikasını siyasi malzeme haline getirmeyi düşünmedikleri için, kendilerini dahi aydınlatmaktan aciz aydınlarımız, gerçekleri göremeyecek derecede gaflete düşmüşlerdir.
Bir ülkenin dış politikasını, bulunduğu coğrafyası belirler. Bu sebeple de dış politika, reklama dayalı gösterilerle değerlendirilemez, alınan neticeleriyle değerlendirilir. Geçek anlamda devlet ve siyaset adamları, dış politikalarını ketumiyet içinde yürütmek zorundadırlar. Bu hususta Fransa'nın ünlü Devlet adamı DE GAULE, şu önemli sözleri söylemiştir:
"Fransa'nın dış politikasıyla ilgili olarak beyanat vereceğim zaman günlerce düşünürüm; düşündüklerimi not ederek, işin uzmanlarına veririm ve yazılı metin haline getirtirim. Konuşacağım zaman da, asla ve asla o metnin dışına çıkmam!"
Bir örnek daha:
Yazınızın bir bölümünde, "Türkiye, İsrail ile Suriye arasında yeniden "diyalog" sürecinin başlaması için zemin hazırladı" ifadesini kullanmışsınız. Bu teşebbüsün, kimlerin isteği üzerine başlatıldığı hakkında açık bir beyanda bulunmamışsınız. Bu konunun BOP projesi kapsamında oluşturulduğunu görememişsiniz. Bu politikaların izlerini, geçmiş olaylarla irtibatlandıramamışsınız. Şimdi, fikren bir seyahate çıkalım:
Necati Doğru, 17 Ağustos 1990 tarihli yazısının bir bölümünde, şu ifadeleri kullanmıştır:
"Maxwell, Saddam'ın saldırısından 10 gün önce, Türk gazetecisi Emil Edip Öymen'e şöyle demişti:
"Türkiye'ye, Boğazlar'ın bekçisi olmak dışında yeni bir amaç gerekiyor. Bence bu amaç, Ortadoğu'da kalıcı bir barış sağlanması için, Türkiye'nin ABD, MISIR, İsrail, Suudi Arabistan ve hatta kimbilir belki Suriye arasında bir rol oynamasıdır."
Gazeteciliğiyle ünlü ve bir yatta ölü bulunan Maxwell'in CIA ajanı olduğu, dustun da, düşmanın da tastikiyle bilinirken, bu sözlerinin ne anlama geldiğini anlamak için kahin olmaya gerek yoktur. Zira; Ortadoğu'da kalıcı bir barışın sağlanması, ancak ve ancak BOP Projesi kapsamında ABD, İngiltere ve İsrail'in isteklerinin yerine getirilmesiyle mümkün olur. Ayrıca; Ortadoğu'da çıkarılan her kaos, bu üçlünün işine yaramaktadır ve planları gereğidir. "Barış" sözcüğü kurulan bir tuzaktır. Zira; ABD, bu bölgede barış istememektedir. Barış, Ortadoğu ülkelerini birbirlerine yakınlaştırır ve bölgede, zengin enerji kaynakları sayesinde büyük bir siyasi ve iktisadi güç oluşturur. Bu da, ABD'nin, İngiltere'nin ve İsrail'in işine gelmez!
Dikkat ediniz:
Kıbrıs konusunda haklılığımız bilinirken, dost ve müttefik ülkeler, Rumların ve Yunanalıların yanında yeralmışlardır.
Başarılı olarak övdüğünüz çok yönlü dış politikamıza rağmen, bizim dışımızda hiçbir ülke, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımamışlardır.
Ege, Karasuları, Kıt'a Sahanlığı ve Fır Hattı konularında, yerden göğe kadar haklılığımız bilinirken; dost ve müttefik olarak kabul ettiğimiz ülkeler, bizim yanımızda yeralmamışlardır.
Irak konusundaki gelişmeler aleyhimizedir ve Irak, fiilen bölünecek ve ilerde başımızı çok ağırtacak bir Kürt Devleti, resmen kurulacaktır.
Yaratılan Ermeni Soykırım'ı konusunda haklılığımız, tarihen ve siyaseten bilinirken dost ve müttefik kabul ettiğimiz ülkeler, bizim yanımızda değildir. Sovyet Bloku dağılırken, Ermenistan'ın Azerbeycan'ın DAĞLIK KARABAĞ'ı işgal etmesinin BOP Projesi kapsamında bir hareket olduğunu gören, konuşan ve irdeleyen çıkmamıştır. Telkin; "Ermenistan'la ilişkilerinizi geliştirerek dost olun!" şeklindedir.
Sayın Yılmaz;
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. İfade etmek istediğim husus; Türkiye'nin dış politikalarının iktidar sempatisi veya antipatisi ölçüleri içinde değerlendirilemeyeceği gerçeğidir. Unutulmamalıdır: İktidarlar geçicidir; Devlet ise, bakidir. Ayrıca Türkiye; iktisaden ve siyaseten gayet zor durumdadır. Baştta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadi değerlerimiz, yabancıların eline geçmiştir. İktisadi bağımsızlığını kaybeden ülkelerin, başkalarından talimat almak zorunda kalacakları gerçeği, tarihen bilinmeyen bir husus değildir. Bu hususta en güzel sözü de, IV. Murat söylemiştir.
"YARDIM ALMAYA ALIŞANLAR; ZAMANLA, TALİMAT ALMAYA DA ALIŞIRLAR!"
Saygılarımla.
Hüsnü Akıncı
0216-4181726
0532-4576956
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder