21 Eylül 2008 Pazar

Sayın Abdullah GÜL
CUMHURBAŞKANI
Ankara 3 Ağustos 2008



Sayın Cumhurbaşkanı;

Sabah Gazetesi yazarı Ergun Babahan ve Milliyet Gazetesi yazarı Hasan Cemal'le Çankaya Köşkünde yaptığınız söyleşinin, basına yansıyan bölümlerini dikkatle okudum.

Açık kalplilikle itiraf edeyim ki; Türkiye meselelerini yakından ve dikkatli biçimde takip eden bir vatandaş olarak ifadelerinizden bir anlam çıkaramadım. Üstelik; etkinlik bakımından davet ettiğiniz gazetecilerin bazı konularda (Siyasi) taraf oldukları ve bazı konularda (Türk Silahlı Kuvvetleri, Kürt, Ermeni, Kıbrıs, Avrupa Birliği, v. S. Gibi) sabit fikirli oldukları kamuoyunca gayet iyi bilinmektedir.

Önemli gördüğüm diğer bir husus da şudur:

Sorulan bir soruya; "5-6 yıl öncesine kadar Türkiye, aynı Türkiye idi. Aynı potansiyeli vardı. Ama; o ekonomik reform süreci olmayınca, hiç kimse gelmiyordu. Reform sürecinde yerli yabancı ayırımı yapılmadı. Herhangi bir ayırım söz konusu olmadı." Sözleriyle, taraf tutan bir cevap vermişsiniz. Evet, Başbakan Erdoğan'ın, Türkiye'yi 2002 yılında başlatan siyasi beyanlarına alıştık. Siyasi mahiyetteki bu beyanlarını da, siyasetin tabiatı gereği olarak kabullendik.
Acaba, öyle midir? 2002 yılından evvel Türkiye'yi idare eden iktidarlar, hiçbir şey yapmadılar mı? Siyasi iktidarın , başta bankalarımız olmak üzere sata sata bitiremediği iktisadi varlıklarımız, 2002 yılından sonra mı meydana getirildi?

Evet; Türkiye'nin sıkıntıda olduğu bir gerçektir ve 40 yıldan beri terörle ,iç içe yaşamaya mahkum edilmiştir. Yani Türkiye, daima iç ve dış husumetlerin saldırılarına maruz kalmıştır. Bu saldırıların hedef ve amaçları da bellidir:

TÜRKİYE'nin ÜNİTER YAPISINI BOZMAK ve İKTİSADEN ZAYIF DÜŞÜREREK, BAŞKALARINA MUHTAÇ ETMEK.

Neden?

Bulunduğumuz netameli ve her bakımdan önemli coğrafyamız sebebiyle Başkaları bu bölgede; Kendi kendine yetersiz ve daima başkalarına muhtaç; iç ve dış gailelerle boğuşan, "Otur!" denilen yerde oturan, "Kalk" denilen yerde kalkan; huzursuz, mutsuz ve ümitsiz ve daima kendilerine tabi ZAYIF bir TÜRKİYE arzu etmektedirler. Yapılan ve yapılmasını istedikleri REFORMLARIN altındaki gerçek de, budur ve bu hususta, önemli ölçüde başarılı da olmuşlardır. Özal'la başlayan ve bugüne kadar devam eden ve AKP iktidarı tarafından da benimsenen iktisadi ve siyasi icraatların; yanlış ekonomi ve para politikalarının sayesinde bunu başarmışlardır. Osmanlı Devletini batıran "ISLAHAT HAREKETLERİ"nin adı, Avrupa Birliği hedefleri bahane edilerek bu dönemde, REFORM olmuştur. (Ki; 1991'de Parlamentoya girdiğinizden itibaren 2002 yılına kadar geçen süre içinde AB konusundaki görüş ve beyanlarınız, Meclis'in zabıtlarında mevcuttur.)

Acı gerçeği kabullenmenin sakıncası yoktur: Başta bankacılık ve finans kesimi olmak üzere, önemli iktisadi değerlerimiz, yabancıların eline geçmiştir. Bunun adı, herhalde, ekonomik başarı olamaz. Konuşulması gereken diğer acı gerçek de şudur:

Tabir caizse Türkiye; finans ve bankacılık kesimiyle (Hazine ve Merkez Bankası tarafından kollanan ve kayırılan kesim), Türkiye'nin ekonomisini istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 holdinge esir edilmiştir. Döviz-Faiz- Borsa üçgeninden ibaret olan bir rant ekonomisi, Türkiye'nin ekonomisini üretkenlikten uzaklaştırmış ve Türkiye'yi, yabancılara muhtaç bir ülke haline getirmiştir. Bu gerçek; 1980 öncesi Türkiye'si ile 1980 sonrası Türkiye'sini mukayese etmesini başaranlar tarafından net bir şekilde anlaşılır.

Türkiye'yi bu zor durumdan ne ANAYASA değişikliği ve ne de, Avrupa Birliği hedefindeki REFORMLAR kurtarabilir. Tek Çaresi:

ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işleyen bir REJİM ve işleyen bir DEVLET'tir. Bunu da, ancak ve ancak GERÇEK bir DEMOKRASİ sağlar!

Bu sebeple de, uyguladığımız demokrasi modelinin masaya yatırılıp, sorgulanması şarttır. Zira; halkı sistemin dışına iterek ikinci seçmen konumuna düşüren ve siyasi parti liderlerini "SEÇİLMİŞ DİKTATÖRLER" konumuna getiren bir sistem; gerçek demokrasi olamaz ve olsa, olsa göstermelik "AZICIK DEMOKRASİ" olur. Bu model, DEVLETİ, bir PARTİ DEVLETİ haline getirmek isteyenlerin SİYASİ İHTİRASLARINA hizmet eder.

Evet; DEMOKRASİ, insan zekasının bugüne kadar bulabildiği en iyi idare tarzıdır. Ama, bunun da, yerine getirilmesi mecburi şartları vardır ve o şartlar da bellidir:


- HÜR ve SERBEST SEÇİM.
- HÜR PARLAMENTO.
- BAĞIMSIZ YARGI.
- HÜR ÜNİVERSİTE.
- HÜR ve TARAFSIZ BASIN.

Bu şartlar yerine getirilmediği sürece; ne ad verilirse verilsin; REJİMİN adı, asla ve asla DEMOKRASİ olamaz.
Zira; PARLAMENTO, REJİMİN KALBİ, SEÇİMLER de, ŞAHDAMARI mesabesindedir. Bu sebeple de seçimlerin; HÜR, ADİL ve EŞİT şartlarda yapılması şarttır. HİLE, ENTRİKA ve GASP ETME arzusu taşıyan seçimler, GERÇEK BİR DEMOKRASİNİN, ŞAHDAMARI işlevini göremez ve REJİMİ tıkar.

TÜRKİYE'nin asıl sıkıntısı da, bu sebepledir. Zira Türkiye; kim aksini iddia ederse etsin, 1983'ten beri düzgün bir seçim yapamamıştır. Bunun sebebi de, SİYASİ PARTİLER ve SEÇİM KANUNLARI'dır.

Eğer Türkiye, 1982 Anayasası'nın kabulünden sonra düzenlenen Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları'nı değiştirmeden seçim yapsaydı, yaşadığımız bunalımlar meydana gelmeyecekti. Ne yazık ki; 1987 seçimlerine gidilirken ASKERLERİN yaptığı Seçim ve Siyasi Partiler Kanunları'nı beğenmeyen Turgut Özal, bugün dahi yürürlükte olan çarpık rejimin kurucusu olmuştur. 2002 Seçimlerinden sonra tek başına iktidara gelen ve 2007 Seçimleri sonunda iktidarını koruyan Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı da, belki işine öyle geldiği için, bu çarpık rejimi, düzgün bir demokrasiye dönüştürecek adımları atmamıştır. Bunalımın sebepleri de ASKERLER'de ve birtakım oluşumlarda aranmıştır. Ne ad verilirse verilsin; Yandaş veya çıkarcı ifadeleriyle kamuoyuna mal olan MEDYA da, "DARBE ÇIĞIRTKANLIĞI" ile, gerçek bir demokrasinin kurulması hususunda hiçbir adım atmadığı gibi, REJİM BUNALIMINA dahi sebep olacak, tutarsız ve gerçek dışı bir tavır sergilemiştir. Bu sebeple de, yanlış kişileri Köşke davet ettiğinizi, mektubumun başında ifade ettim.


Sayın Cumhurbaşkanı;

Bu mektubumu, Hz. Ömer'in, "Bir millet icabında idarecilerini acı, acı tenkit etmezse ve o idareciler de, kendilerine yöneltilen acı tenkitlere gereken ilgiyi göstermezlerse; ne o idarecilerden ve ne de o milletten hayır gelmez!" sözlerini rehber edinerek yazdım. Zira; tarihin, hiçbir döneminde tekzip edilemeyen gerçeği bekidir:

BİR MİLLET ve BİR DEVLET İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE; İDARE EDENLERİN İHTİRAS ve ADALETSİZLİKLERİYLE, ZENGİNLERİNİN HASİSLİKLERİ ve MERHAMETSİZLİKLERİDİR.

Ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre işleyen bir REJİM ve işleyen bir DEVLET arayan ve REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşıyan ve de vatandaşlık HAK ve GÖREVLERİNİN bilincinde olan dikkatli bir vatandaş olarak görüş ve düşüncelerimi, bilgilerinize ve takdirlerinize arz ettim.

Saygılarımla.

0216-4181726
0532-4576956 Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: