21 Eylül 2008 Pazar

Orduyu Yıpratmak

Sayın Taha Akyol
Milliyet Gazetesi Yazarı 21 Temmuz 2008


Sayın Akyol;

21 Temmuz 2008 tarihli ve "Orduyu Yıpratmak" başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Yazınızı, GENELKURMAY'ın Cuma akşamı yayımladığı bildiri üzerine kurgulamaya çalışmışsınız; ama, becerememişsiniz. Belli ki sizi, bildirideki "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerçek sahibi olan Türk milletinin yasal ve demokratik tepki göstermesini" talep eden ifadeler rahatsız etmiş!

Her zamanki yaptığınız gibi, demokrasi ipine sarılmaya çalışmışsınız. "Bu kritik geçitte ordu, muhatabı belirsiz tepki çağrısı yapmamalı" ifadesini kullanarak, sözüm ona, demokratça bir tavır göstermişsiniz.

Sayın Akyol;
ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işleyen bir DEVLET ve işleyen bir REJİM olsa; bu görüşlerinizde, belki haklı olabilirsiniz. Ama; DEVLETİ işletmek ve REJİMİ korumakla görevli olan iktidarlar, keyfiliği ve "Ben yaptım, oldu" şeklindeki bir anlayışı adet edinirlerse; işin şekli değişir ve DEVLET REFLEKSİ, istense de istenmese de, devreye girer.

Malumunuzdur ve inkar edemezsiniz: Bazı mihraklar, neredeyse 2 yıldan beri alabildiğine Türk Silahlı Kuvvetleri'ni tahrik etmek ve yıpratmak için olağanüstü bir gayret sarfetmektedirler. "YANDAŞ" olarak tabir edilen basın mensuplarını bir tarafa bırakıyorum;
DEMOKRAT geçinen sizler de, bu duruma sessiz kalarak, ortalığın gerilmesine sebep oldunuz. 27 Nisan'da yayımlanan ve sizlerin "e-bildiri" olarak nitelediğiniz bildiriyi dahi, DARBE olarak algıladınız. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'nin varlığından ve gücünden rahatsızlık duyan "Yarasa Kuşu" tabiatlı ve yabancı misyonlara hizmeti gaye edinmiş MİSYONERLER, Orduyu, DARBECİ ilan etmekte beis görmediler.

Dikkat ediniz:
Cumhurbaşkanı seçimi, sonu nereye varacağı bilinmeyen bir bunalım yaratmıştır. 27 Nisan bildirisi dikkatte alınsaydı; acaba, bu bunalım olur muydu? Demek ki; GENELKURMAY, geleceği gayet iyi görmüş ve sizlerin göstermeye cesaret edemediği bir DEMOKRATİK tavrı ortaya koymuştur.

Dikkatinizi çekmek isterim:
Aksini iddia etseniz de Türkiye'de, Kasım 1983 seçimlerinden beri GERÇEK BİR DEMOKRASİ yoktur. DEMOKRASİ adı altında halkı, sistemin dışında tutan ve siyasi parti liderlerini "Seçilmiş Diktatörler" konumuna getiren çarpık bir sistem hüküm sürmektedir. Mutlaka var olması gereken ve sizlerin "Resmi ideoloji" olarak vasıflandırdığı DEVLET OTORİTESİNİN yerini, keyfiliğe dayanan "BİLİNMEYEN BİR İDEOLOJİ" almış ve bütün yetkileri, bir kişide; yani, Başbakanlarda toplayan acayip bir BASKICI İDARE MODELİ kurulmuştur. Yani; yukarda, "TEK KİŞİ" vardır ve sizlerin "Aşağıdakiler" olarak vasıflandırdığınız halk ise, gerçekte söz sahibi değildir. Yani; aşağıdakiler, egemen değildir. Bu sebeple de, baştakilerin yolsuzluklarına hesap soramayan bir sistem kurulmuştur. Bu modelde; DEVLETİ, bir PARTİ DEVLETİ haline getirmek çok kolaylaşmıştır. Zira; bu modelde, Parlamento da, HÜR değildir. Ve iddia ediyorum:

Bu model değişmediği ve halk, sisteme HÜR İRADESİYLE katılmadığı sürece; Türkiye, huzur ve refaha kavuşamayacaktır. Başta siz olmak üzere bazı yazarların, bazı aydınların ve sivrilmiş bazı işadamlarının en büyük yanılgısı, 2007 seçimlerinde iktidar partisinin aldığı yüzde 46,7 oranındaki oyun, "Milli İradenin Tecellisi" zannedilmesidir. Hiç kimse; Deletin gücünün, belediyelerin imkanlarının seçimlere sokulduğu gerçeğini irdelememiş ve sorgulamamıştır. Meydanlarda, "Müslüman bir Cumhurbaşkanı seçtirmediler" diyerek, dini hislerin istismar edildiği; tarikatların, cemaatlerin, dini dernek ve vakıfların seçimlere sokulduğu gerçeği, her nedense, demokrat geçinenler tarafından ülkenin gündemine getirilmemiştir.

Sayın Akyol;
Eğri oturalım, doğru konuşalım:
Askerler, 25 yıldan beri idareye karışmamaktadırlar. Zaman zaman, bazı tahrikler yapılmış olsa da, darbeden, akıllıca uzak durmuşlardır. 25 yıldan beri de, hiçbir ordunun başaramayacağı beceriyle ayrılıkçı ve dış destekli terör örgütleriyle mücadele etmektedirler. Ülkenin idaresi, 25 yıldan beri sivil iktidarların elindedir. Ve Özal'dan itibaren de demokrasiyi yozlaştıranlar,
sivil iktidarlardır. Şayet; 1982 Anayasa'sının kabulünden sonra düzenlenen "Seçim ve Siyasi Partiler Kanunları" değiştirilmeseydi; bugün yaşadığımız bunalımlar yaşanmayacaktı; kurul, kurum ve kavram kargaşası meydana gelmeyecekti. Çünkü halk, sistemin içinde olacaktı ve "Seçilmiş Diktatörlere" geçit verilmeyecekti.
Genelkurmay'ın son bildirisini, bu doğrultuda değerlendirmelisiniz. Ve kendinize, gerçek bir demokrasinin hem varoluş sebebi ve hem de teminatı olan basının, görevini yerine getirip, getirmediğini sormalısınız. Halkı bilgilendirmek ve gerektiğinde tepkiye davet etmek, basının en önemli görevidir. Basının asli görevini yapmadığı sahada bu görev, Genelkurmaya düşmüşse; oturup, derin derin düşünmeniz gerekir. Atatürk, ne güzel söylemiş:

"HÜKÜMETLERİN İCRAATI MENFİ OLUP DA, MİLLET İTİRAZ ETMEZSE ve İKTİDARI DÜŞÜRMEZSE; BÜTÜN KUSUR ve KABAHATLARA KATILMIŞ DEMEKTİR!"

Dindar bir Cumhurbaşkanımız olduğu için, denk düşsün diye Hz. Ömer'in, çok önemli sözlerini de nakletmek istiyorum. Hz: Ömer, Devlet Başkanı seçildiği gün, şu sözleri söylemiştir:

"EY MİLLETİM! HAK ve HAKİKAT PEŞİNDE KOŞTUĞUM SÜRECE BENİM PEŞİMDEN GELİNİZ! HAK VE HAKİKATTEN AYRILDIĞIM ZAMAN PEŞİMDEN GELMEYE DEVAM EDERSENİZ; ALLAH İNDİNDE, SİZ DE SORUMLU OLURSUNUZ! VE ŞU GERÇEĞİ DE HİÇBİR ZAMAN AKLINIZDAN ÇIKARMAYINIZ: BİR MİLLET İCABINDA İDARECİLERİNİ ACI ACI TENKİT ETMEZSE VE O İDARECİLER DE, KENDİLERİNE YÖNELTİLEN ACI TENKİTLERE LAZIM GELEN İLGİYİ GÖSTERMEZLERSE; NE O MİLLETTEN VE NE DE O İDARECİLERDEN, HAYIR GELMEZ! KULA, KULLUĞU ADET HALİNE GETİREN MİLLETLER, MUTLAK SURETTE YIKIMA MARUZ KALIRLAR!"
Nasıl; Atatürk'ün ve Hz.Ömer'in benimseyerek tarif ve emir ettiği böyle bir demokrasiye ayak uydurabilecek misiniz? Böylesine gerçek bir demokrasinin kurulması için, mücadele verebilecek misiniz? Hiç zannetmiyorum. Zira; bugüne kadar demokrat görüntüsü altında askerlerle ve Kürt sorunuyla ilgili çok yazılar yazdınız. Ama; iktidarın menfi ve keyfi tasarrufları hakkında hiçbir yazı yazmadınız. Örnek: GAP Projesi'nin sulama kanallarının, kaynak bulunamaması sebebiyle bitirilemeyişi bilinirken; Sabah Grubu ve Atv'nin, kamu bankalarından sağlanan üç yılı ödemesiz ve 10 yıl vadeli 750 milyon dolar kredi ile Çalık Grubuna satışını, hiç konu edip, eleştirmediniz. Bu mudur demokrasi arayışınız? Aynı şartlarda bir kredi, GAP İdaresi'ne tahsis edilseydi; sulama projesinin yarısı bitirilmiş olurdu.
Biraz uzun oldu. Ama, değer zannederim!

Hiç yorum yok: