21 Eylül 2008 Pazar

SİYASET VE İRTİCA


Sayın Özdemir İnce
Hürriyet Gazetesi Yazarı 26 Ağustos 2008



Sayın İnce;

26 Ağustos 2008 tarihli ve "1950'den bu yana tarikatların intikamı" başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Yaşım itibariyle 1955 yılından itibaren Türkiye'de gelişen olayları gayet iyi biliyorum. 27 Mayıs 1960 İhtilâlinden sonra da, Türk siyasi tarihini öğrenmeye, incelemeye ve irdelemeye karar verdim. Bildiğim, gördüğüm, irdelediğim ve içinde yaşadığım gerçekler, fikrisabit olarak sizlerin benimsediği, inandığı ve şartlandığı şekilde değildir. Açık ve bellidir:

Demokrat Partisi'yle Adalet Partisi, sizlerin inandığı ve şartlandığı gibi İslâmcı partiler değildir. Zıt mizaçları bir mefkûre etrafında toplamasın hedefleyen ve bunu da önemli ölçüde başaran kitle partileriydi. Her iki parti de, dini inançların istismarına yönelik siyasi bir stratejiyi benimsememişlerdir. Demokrat Partiye isnad edilen dincilik, her dönemde dillere dolanan Ezanın Arapça okunmasına dönüşüdür. Ki; bu, doğru bir davranıştır. Zira; dinsizlik, hiçbir zaman ve hiçbir yerde ekseriyetin mezhebi olmamıştır. Bu yüzden de; hiçbir yerde ve hiçbir zaman halkları, dinî inançlarından soyutlamak mümkün olmamıştır ve olamaz da!..Sonra; Ezanın Arapça okunması'nın ne sakıncası ve zararı vardır? Veya Türkçe okunmasının ne faydası vardır.

Şayet siz; merak edip de İslam Dinini inceleme fırsatını bulsaydınız veya bulabilseydiniz; İslâm Dini'nin bir millete, bir kavme, bir camiaya münhası bir din olmadığını; bütün insanlık âlemine saadet getirecek nitelikte evrensel bir din olduğunu anlardınız. Bu sebeple; ezanı, tabir caizse; dinin bir istiklâl marşı olarak algılamasını başarırıdınız. Arapça ezan, dünyanın her yerinde dinin simgesidir. Türkçe ezan, sadece ve sadece Türkiye'deki müslümanların bir simgesi olarak kalır, ki; bu da, İslam Dininin evrenselliğine aykırı olur.


Türkiye'deki tartışmalar; her iki tarafın da dini iyi anlamamaları ve bilmemeleri sebebiyledir. Her yerde ve her zaman geçerli olan kurala göre; kişi, cahili olduğu şeyin kuvvetli ve amansız düşmanıdır. Aslında; dini siyasi malzeme haline getirenlerle, dinin aleyhinde bulunanlar, tefrika ve fitnede ittifak etmişlerdir. Çünkü; olayları, aklı,mantığı ve ilmi dışlayarak, hislerin tahtında değerlendirerek aklın, mantığın ve ilmin maplûbiyetine sebep olmuşlardır. Atatürk'ten bilhassa Atatürk'ün had safhadaki rahatsızlığı sebebiyle ülkeyi idare edenler, "Din, lüzumsuz bir müessesedir" anlayışını kabul ve tercih ettiklerinden dolayı, âdetâ, dine karşı bir tavır takınmışlar ve kitlelerin zıtlaşmasına sebep olmuşlardır ve de "Dinli", "Dinsi" tartışmalarını başlatmışlardır.

Günün Başbakanı Şemseddin Günaltay, bu gerçeği fark ederek 1946'da İmam Hatip okullarının açılmasını ve okullarda din dersi okutulmasını, büyük bir ihtitaç olarak benimsemiştir. Hedef, gerçek İslam'ı halka öğretmek ve hurafelerden arındırmaktır.

1950'de iktidara gelen Demokrat Partisi, "Derr-i sâbık yaratmayacağız" anlayış ve kabullenişiyle halkın arasındaki tefrika ve tartışmaları sona erdirmek istemiştir. Dikkat edilirse; 1955 ortalarına kadar Demokrat Partisi'ne itiraz eden yoktur. Hatta muhalifi de, muafıkı da, "1950-1954 arası Demokrat Parti iktidarının icraatları ve uygulamaları gayet iyiydi" sözleriyle bu gerçeği kabullenmişlerdir.

1955' ortalarından itibaren DP iktidarının kötülenmesinin gerçek sebepleri; diktatörlük,keyfilik, beceriksizlik ithamlarıyla başkalarının gizledikleri hedeflerine dayanmaktadır. Biraz açayım:

Adnan Menderes'in 1954'te Balkan Paktı'nı, 1955 Şubatı'nda Bağdat Paktı'nı kurması ve çok yönlü bir dış politikaya yönelmesi Batı'yı ve bilhassa Amerika'yı çileden çıkarmıştır. Bu siyasi olayların analizlerine girecek olursanı; Menderes'in 1958'te Rusya ile temas kurması ve işbirliği arayışlarına girmesi, bardağı taşırmıştır.


Kezâ; 1965'te iktidara gelen Demirel'in, 67 Şubatı'nda Rusya'ya giderek 7 Büyük Projeyi kapsayan "Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması" imzalaması ve uygulamaya koyması, Türkiye'nin karışmasına yetmiştir. Dikkat ederseniz dinci akımlar ve dinci siyaset, ABD'nin desteğiyle sahne almıştır.

12 Aralık 1976'da Demirel'in Rusya ile ikinci ve 20 büyük projeyi kapsayan yani bir anlaşma yapması ve uygulamaya koyması ise, çok geniş bir şekilde incelenmesi gereken bir olaydır. Bu olayın siyasi, iktisadi ve askeri boyutları görmezden gelinemez. Zira; Türkiye, model ve kabuk değiştirmiştir ve gerçek hedeflerinden uzaklaşmıştır. Esas tarikat ve dincilerin hakimiyeti, İslâm Dininin özüyle bağdaşmayacak bir şekilde sağlanmıştır.

Size tavsiyem; ahlâkı, gayesi, niyeti ve hedefi kamuoyunca iyi bilinmeyen ve belki de yüklendiği misyon'a hizmet eden Şevket Çizmeli'nin söylediklerinden ziyade; aklınızı, mantığınızı ve ilminizi hakem yaparak Türk siyasi tarihini incelemenizdir. Şayet aksini yaparsanız; işte o zaman Türkiye'de tarikatçıların ve dincilerin hakimiyetlerini pekiştirmiş olursunuz! Tabii ki; niyetiniz ve hedefiniz, bu değilse!..

Saygılarımla. Ecz.Hüsnü Akıncı

0216-4181726
0532-4576956

Hiç yorum yok: