22 Eylül 2008 Pazartesi

SİYASET- ALDANMA VE ALDATMA




Sayın Hasan PULUR
Milliyet Gazetesi Yazarı 14 Eylül 2008


Sayın Pulur;

14 Eylül 2008 tarihli ve "Bayar'dan bu yana" başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Geçmişe fikren seyahate çıkarak, yaşadığım iki olayı nakletmek istiyorum:

1- Sene 1957. Yaz tatillerinde Mısır Çarşısı'nda işportacılık yapıyordum. Ama; polis, beni rahat bırakmıyordu. Bu duruma üzülen ve bana acıyan Mısır Çarşısı'ndaki bir baharatçı, "Oğlum, belli ki seni rahat bırakmayacaklar. Benim damadım İstanbul Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü'dür. Seni ona göndersem, Gülhane Parkı'nda çalışır mısın?" diye sordu. "Tabii ki çalışırım" diye sevinerek cevap verdim.
Hemen bir kartvizit yazarak beni, damadı müdüre gönderdi. Müdürün huzuruna çıktım ve kayınpederinin kartını verdim. Ve "Sizi işe alabilmem için bana, oturduğun mahalledeki DP Bucak başkanlığından "Bu kişi Demokrat Partili'dir" diye yazılı bir belge getirmen lâzım dedi. Üzülerek ve "Bu ülkede Demokrat Partili olmayan bir kişiye iş verilmeyecek mi?" diye söylenerek Ortaköy Bucak Başkanlığı'na gittim ve istenen belgeyi getirdim ve hemen işe başladım. İşim, atlıkarınca gişesinde bilet kesmekti.

Bir hafta kadar çalıştıktan sonra amirim durumumdaki yetkililer, girişte iptal edilmeyerek bütün olarak muhafaza eden biletleri getirerek, "Ara sıra bu biletleri sat ve paralarını ayrı koy. Mesai bitiminde bu paraları, biz alacağız." Dediler. "Yapamam, bu usulsüzlüktür" diyerek cevap verdim Çünkü, müdürden torpilli olduğuma güveniyordum. Kızdılar ve "O zaman neticesine katlanırsın!" dediler.
İki gün sonra bir Cumartesi gecesi, hesabı teslim ettikten sonra "Artık işine son verildi. Pazartesi işe gelmeyeceksin" dediler. Tabii ki üzüldüm. Tek güvencem müdürdü. Pazartesi sabahı ümitli olarak tekrar müdüre çıktım. Beni gören müdür, "Yapabileceğim bir şey yok" diyerek beni başından savmak isteyince direndim ve olayı hızlı hızlı anlatmaya başladım. Sözümü kesti ve "Çık dışarı" diye kovmaya kalkınca; "Demek ki; Bucak Başkanlığı yazısı bir aldatmacaydı?" diye cevap verdim. Hışımla ayağa kalkan müdür beni, yaka paça odasından attı. Bu sayede hırsızlığa alet olmamamın ilk cezasını almış oldum.

2- 1969 seçimleri sonunda tekrar iktidara gelen Adâlet Partisi, Hükümet kurma çalışmaları sırasında iyice karıştı. Sık sık uzun süren grup toplantıları yapılıyordu. Süleyman Demirel'in "Türkiye'nin kalkınması bir kadro meselesidir. İşin siyasî sorumluluğunu üzerime alıyorum; devlet kadroları ile oynanmasına asla izin vermem." Sözünü, Milliyet Gazetesi'nden okudum. Bir anlam veremedim. Ama, bu söz de aklımdan hiç çıkmadı. İstanbul'a her gelişinde buluştuğumuz Bolu Senatörü'ne Demirel'in bu sözünü sordum. Senatör: "Yahu! Bu Demirel'den bir şey anlayamadık. Güya biz sağ bir partiyiz. Ama; önemli makamlarda hâlâ Halk Partililer var!" sözleriyle beni şaşırttı. Senatör'e de şu cevabı verdim: "Demirel, doğrusunu yapıyor. Meşhur atasözüdür: "Yerine daha iyisini getirmeye kudretin yoksa; kötü olan bir şeyi de bozma" derler!". Senatör, bu sözüme alındı.

Daha sonraları AP'deki bölünmelerin, bu sebepten dolayı meydana geldiğini öğrendim. Ve partizanlıkla adam kayırmaların, yolsuzlukların, haksızlıkların kaynağının çıkar hesaplarına dayandığını anladım.

Zaman değişse de, fiilî gerçekler değişmiyor. Zaten Devleti ve rejimi ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işletemediğimiz için gerçek demokrasiyi kuramadık. Kurum ve kuruluşlar ve de fertler, REJİME VE DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşımadıkları için de, bunalımlardan kurtulamadık. Geldiğimiz yer de bellidir:

Avrupa'da Rusya'dan sonra en büyük toprağa sahip Türkiye, kendi kendini besleyemez hale gelmiştir ve başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî varlıklarımız, yabancıların eline geçmiştir. Yani; Türkiye bir müstemleke ülkesi ve Türk milleti de bir müstemleke halkı haline gelene kadar bu gafletimiz devam edecektir.

Saygılarımla. Ecz. Hüsnü Akıncı

0216-4181726
0532-4576956

Hiç yorum yok: