23 Eylül 2008 Salı

YÜKSEK FAİZ VE 2001 KRİZİ



Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
BAŞBAKAN
Ankara 27 Haziran 2008


Sayın Başbakan;

İstanbul'da gerçekleştirilen "Economist Conferences Yuvarlak Masa Toplantısı" nda; " Yüzde 22'ye ulaşmış bir faiz var. Bunun bedeli, çok çok ağır. Ben, yüksek faizin birinci derecede enflasyonu da tahrik ettiğine inanalardanım." ifadesini kullanmışsınız ve bu görüşünüzde de, yerden göğe kadar haklısınız.
Bugüne kadar hiç konuşulmayan gerçek şudur:
Türkiye, 28 yıldan beri yanlış ekonomi ve para politikalarıyla idare edilmektedir. Kur-Faiz makasında yaratılan büyük bir RANT sistemi, Türkiye'nin ekonomisini üretkenlikten uzaklaştırmış ve katma değer yaratılmasını engellemiştir.
Faiz yarışını, 12 Eylül İhtilali'nden sonra kurulan Hükümet'te Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığı'na getirilen Turgut Özal başlatmıştır. Özal, Ekim 1980'de ani bir kararla, banka kredi faizlerini yüzde 50 oranına çıkartarak, ekonomiye en büyük darbeyi vurmuştur. Bu karar, akılalmaz bir faiz yarışı başlatarak, ekonominin bütün dengelerini bozmuş ve bankalar, bankerler faciasına sebep olmuştur.
1983 seçimleri sonunda iktidara gelen Özal, faiz yarışını devemlı kılacak ve dolar ticaretini başlatacak yeni bir kararı uygulamaya koymuştur. 29 Aralık 1983'te "Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunuda " değişiklik yaparak, dövizi serbest bırakmıştır. Dolayısıyla döviz ticaretinin yolu açılmıştır.
1987'de yapılan bir protokolla, Merkez Bankası Hazine'yi fonlamaktan vazgeçmiş ve dolayısıyla Kamu Kuruluşları, serbest piyasaya yani bankalara yönlendirilmiştir.
Ağustos 1989'da 32 Sayılı Kararla Türk parası konvertibıl ilan edilerek, döviz ticareti alabildiğine meşrulaştırılmıştır. Bankalara sınırsız transfer hakkı tanınarak, "Sıcak para" tabir edilen sermaye girişleri serbest bırakılmıştır. Bu sıcak sermaye, Döviz-Faiz-Borsa üçgeninde Türkiye'yi, kasıp kavurmuştur ve Türkiye'nin iktisadi varlıklarını yok etmiştir.
Bu yanlış ekonomi ve para politikalarının Türkiye'ye verdiği zararı belirtmek için, şu gerçeği ifade etmek istiyorum:
12 Eylül Sabahı Türkiye'nin dış borcu, 12,5 milyar dolardı ve iç borçları yok denecek kadar azdı. İhtilal Hükümeti, geçmiş hükümetlere "Bu borcu niçin yaptınız?" sorusunu sorsaydı; karşılığında belki de 100 milyar dolar değerinde altyapı ve iktisadi değer bulurlardı.
Bugün iç ve dış borç stokumuz, hemen hemen 500 milyar dolara ulaşmıştır. Bu 28 yıllık zaman zarfında da, devlet, 550 milyar dolar faiz ödemiştir. Üstelik; başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadi değerlerimiz yabancıların eline geçmiştir.
Yaşanan ve adına "Ekonomik kriz" denilen gelişmeler ise; doğrudan doğruya yabancıların bilerek ve programlı olarak meydana getirdiği gelişmelerdir. Ki; bu krizler, Türkiye'nin içini boşaltmış ve yatırım gücünü yok etmiştir. Örnek: Her yıl 50 milyar dolar seviyesinde faiz ödeyen devlet, 6 yıldan beri GAP Projesinin önemli ayağı olan sulama kanalları için 2,5 milyar dolarlık bir kaynak bulamamıştır.
Krizlerin yabancılar tarafında bilinçi ve bir hedefe yönelik olarak çıkartıdığını söylemek için kahin veya çok büyük iktisatçı olmaya gerek yoktur. İşaretleri, gayet açıktır. Örnek:
Bugün dolar kuru, Nisan 2001 tarihindeki kura eşittir. Aradan 7 yıl geçmiş ve bunun sebebini kimse sormamış. En azından hiçbir Hükümet, Merkez Bankası'na "7 yıl zarfında dolar kuru sabit kalacaktı da, 21 Şubat devalüasyonu niçin yapıldı?" şeklinde bir soru sormamıştır. İkinci örnek:
29 Kasım 2000 tarihinde İngiltere Bankalar Birliği Başkanı ve İngiltere Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Andrew Buxton, verdiği bir demeçte, Türk bankacılığı için şu sözleri söylemişti:
"Türkiye'de finansal hizmetlerin yaygınlaştırılması ve genişletilmesi için birleştirmeler gerçekleştirilecek ve bazı bankalar yok olacaktır.".
Bu sözler yaratılacak bir krizin işaretleriydi. Sonraki gelişmeler, Buxton'un sözlerinin doğruluğunu ıspatlamıştır ve bankalarımız yabancıların eline geçmiştir. Her nedense; hiç kimse, bu gerçeği, ülkenin gündemine getirmemiştir. Yani; 21 Şubat 2001 krizinin bilinçli olarak yaratıldığını ifade eden çıkmamıştır. Krizi, Anayasa kitapçığının fırlatılmasının yarattığı kanaati yaygınlaştırılmıştır. Üçüncü örnek:
Günün BDDK Başkanı Engin Akçakoca, 11 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:
"Bankaları FON'a almadan rehabilite etme eğilimindeydik. Bunun için dört hafta daha fırsat tanınmasını istedik. Dünya Bankası ile mutabakat sağladık. Ama, IMF tarafı daha katı davrandı ve IMF'yi ikna edemedik. Ben, gene de düşünüyorum ki; öyle bir fırsat tanınsaydı, daha ucuz bir çözüm yolu bulunabilirdi. Garantisi yok; ama, denenmeliydi".
Engin Akçakoca'nın bu sözlerinin ne anlama geldiğini konuşan, irdeleyen ve sorgulayan çıkmamıştır. Başkalarına boyun eğdiğimizi, bilerek veya bilmeyerek herkes kabullenmiştir. Dördüncü örnek, çok vahimdir:
Günün FON bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok ise; Sabah Gazetesi YazarınYavuz Semerci'ye verdiği ve 1 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:
"25 Kasım 2001 tarihi itibariyle TMSF'ye 18 banka devredilmiş; 4 banka satılmış, bir bankanın da lisansı iptal edilmiştir. 30 Kasım'da bir banka daha FON'a alınmış ve bir banka da kapatılmıştır.
Biz, FON'a alınan bankaları ve iştiraklerini yaşatmayı değil, tasfiyelerini hedef aldık.".
Sonraki gelişmeler, Tevfik Altınok'un dediği gibi gerçekleşmiştir. Yani; "Batmış banka" kavramı ile "Nakit ihtiyacı olan banka" kavramı bir birine karıştırılarak, büyük bir tasfiye sağlanmış ve yabancıların banka alma kapısı açılmıştır.
Bu hususu da kimse konuşmamıştır ve Türkiye ekonomisinin tasfiye hareketini, "Büyük Reform" olarak alkışlamıştır.
Sayın Başbakan;
Hemen hemen her konuşmanızda, 2002 Türkiye'siyle bugünkü Türkiye'yi mukayese ederek, geçeklerden uzaklaşmaktasınız. Asıl yapmanız gereken mukayese; 1965- 1980 Türkiye'siyle, 12 Eylül 1980 sonrası Türkiyesi'dir. Hem de bu mukayese, Türkiye'nin varları ile yoklarını ortaya koyarak yapılmalıdır. Ki, doğrular, ancak ve ancak bu şekilde bulunur. Aksi halde Türkiye bir müstemleke ülkesi ve Türk milleti de, bir müstemleke haline gelir. Zira; kriz çıkarmak, başkalarının elindedir.
Şu anda yabancıları repodaki mevduatı, 17 milyar liradır. Toplam banka mevduatının yüzde 98'i vadelidir. Yani sistem, azdan az bir kesime, kaydi olarak rant üretmektedir. Güç, çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, istihdam yaratmadan büyük gelirler sağlayan para sahiplerinin elindedir. 28 yıldan beri uygulanan yanlış ekonomi ve para politikaları, bu kişileri güçlü kılmıştır. Bu güç, istediği an Türkiye'deki bütün dengeleri bozar ve kalan varlığımızı da elimizden alıverir.
Sayenizde köşesine çekilmiş bir eczacı olarak, dış sermayenin, global olarak tarif edilen çokuluslu vahşi sermayenin Türkiye üzerindeki baskısını, sizin kadar bilemem. Ama; GÖRDÜĞÜM VE BİLDİĞİM GERÇEK, Türkiye'nin her geçen gün, zora girdiği gerçeğidir. Evet; Alışveriş merkezleri, gökdelenler dikilmiştir. Ama; bazı alanlardaki pırıltılı gelişmeler, halka bir şey vermiş değildir ve fukaralık, halkı bezdirmiştir. Öyle olması da gayet normaldir. Zira; iktisadın kuralı, bellidir:
"RANTLAR YÜKSELİRSE; REFAH, ORTADAN KALKAR!"
1839 Tarihinde "Gülhane Hattı Hümayunu" ile ilan edilen "Islahat Hareketleri" Osmanlı Devleti'ni batırmıştır. Umarım ki; yaptığınızı iddia ettiğiniz "Büyük Reformlar", Türkiye'yi batırmaz!
Bu son sözümü de, gerçek bir iktisatçı olan Joan Robinson'un, "İktisat bilmenin yararı, bir ülkenin ekonomisini düzeltmek ve ekonomik zorluklara geçerli çözümler bulmak için değil, iktisatçıların yanıltmalarını önlemek içindir" sözlerine istinaden sarf ettim. Nitekim katıldığınız toplantıda söylediğiniz "Ben, yüksek faizin birinci derecede enflasyonu tahrik ettiğine inanalardanım" sözlerinize, anlı şanlı iktisatçılar ve işadamlarından, "Yüksek faiz, enflasyonu baskı altında tutar." şeklinde itiraz sesleri gelmiştir.
Ülke meselelerini yakından ve dikkatli biçimde takip eden bir vatandaş olarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Yani, vatandaşlık görevimi yerine getirdim.
Saygılarımla. Ecz.Hüsnü Akıncı.

0216-4181726
0532-4576956

Hiç yorum yok: