21 Eylül 2008 Pazar

Yolsuzluklar ve Yardımlar



Sayın Ali BULAÇ
Zaman Gazetesi Yazarı 18 Eylül 2008


Sayın Bulaç;

17 Eylül 2008 tarihli ve "Dünyanın sekülarizasyonu" başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Neyi hedeflediğinizi tam olarak anlamamakla birlikte bu yazınız, hoşuma gitti. Haz duydum.

İnsan, mevcudat içersinde terbiyesi en güç olan bir varlıktır. Bir cephesi itibariyle "Hikmet âlemi" denilen bu dünyaya, diğer cephesiyle de "Kudret âlemi" denilen Ahret Âlemine bağlıdır. 50-60 kiloluk kan ,et ve kemikten torbasından ibaret gibi görünen, en nihayet iki metre uzunluğunda bir çukura sığan insan; aslında, büyük vicdanı ve ihtiva ettiği mânâsıyla, âlemlere sığamayan bir büyük varlıktır. Şair, ne güzel söylemiş:

"HUDUTSUZ DÜVEL OLMAZ, LÂKİN SENİN HÜSNÜN,
HUDUDA SIĞMIYOR ASLA, BU DEVLET ÖYLE DEĞİL."

Acaba bu imtiyaz, nereden gelmektedir? Ve insana niçin "Eşref-i mahlûkat" denmiştir? Ve Allah'ın, hiçbir mahlûkuna vermediği İRADE ve HÜRRİYET sıfatları, niçin sâdece insan sınıfına verilmiştir?
Kendisini sâdece maddeden ibaret zanneden ve bu zan sebebiyle etine, bedenine hizmet eden insanla, hakikatini idrak edip, mânâsına hizmet edip, muhakkak vuku bulacak büyük günde hesaba çekileceğini kabul eden insan arasında bir fark yok mudur?
Acaba niçin Kur'an'da, bazı âyetlerde "Ey insan!" ve bazı âyetlerde "Ey nâs!" hitabı kullanılmıştır?
Allah'ın kendisine bahşettiği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarının icabını yerine getiren insanla, bu sıfatların icabına uymayan insan, Allah indinde, bir mi tutulacaktır? Bir tutulmayacaksa; hangi ölçülere göre ayırıma tâbî tutulacaklardır?
Hayatın, ilerde hesabı sorulmak üzere Allah tarafından verilmiş bir ödünç sermaye olduğunu kabul edenlerle, kabul etmeyenlerin arasındaki farkı ayıramayanların, insan defterinde kayıtları bulunur mu?
Sâdece kişisel ihtiras ve emellerine hizmet edenlerle, Hakka tâbi olup, insanlığa hizmeti gaye edinenler arasındaki farkı hangi ölçülere göre ve kim tayin edecektir? Bunun ölçüsü nedir?

Tarihi iyi bildiğinizi zannetmekteyim. Bu sebeple hatırlatmak istiyorum. Hz. Peygamberimiz, Hıra Dağı'ndan tek başına İslamiyet'i ilân ettiği zaman, ilk emirleri şöyledir.
-Aciz insan putuna tapılmayacak. Yani; kula, kulluk edilmeyecek.
-Fukara inletilmeyecek ve gariplerin sırtına binilmeyecek.
-Acizler, güçsüzler itilip, kakılmayacak.
-Herkes hakkını, serbestçe alacak.

İşte bu emirler; halkın sırtına basarak, halkın inançlarını sömürerek makam, mevki, servet sahibi olan o günün zulüm sahiplerinin işine gelmediği için, Hz. Peygamberimize ve tebliğ ettiği dine cephe almışlardı.

Kıyamete kadar hiç eskimeyecek bu emirlere uymayanlar, acaba, taşıdıkları İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarına aykırı hareket etmiş olmuyorlar mı? Bu emirlerin icabına uyulmadıkça; İslâm'ın yücelmesi ve Müslümanların felâha kavuşmaları mümkün müdür?

Hz. Peygamberimiz, "Hatır için işlenen günahlar, günahların en büyüğüdür." diye buyurmuşlardır.
Bu emrin icabına uymayanların, gerçek anlamda Müslümanlığından bahsedilebilir mi? Cenâb-ı Hak, bir ayet-i kerimede "Ey iman edenler! İnanınız!" diye hitapta bulunmuştur. Bu hitabın bir maksadı yok mudur?


Sayın Bulaç;

Yazınızı okuyunca, bu mektubumu yazdım. Umarım, ne demek istediğimi anlarsınız!
Sözlerime yine bir şairden nakille son veriyorum:

"EYLESEM TÛTİYE TÂLİM-İ EDÂYI KELİMÂT,
NUTKU İNSAN OLUR AMMA, ÖZÜ İNSAN OLMAZ!"

Saygılarımla. Ecz. Hüsnü Akıncı

0532-4576956
0216-4181726

Hiç yorum yok: