Sayın Mehmet Metiner
Bugün Gazetesi Yazarı
Sayın Metiner;
Yazılarınızı okuyorum ve televizyon programlarındaki konuşmalarınızı dinliyorum.
Agresif ifadelerle müthiş bir demokrasi savunulucuğu görüntüsü vermeye çalıştığınız bir gerçektir. Öylesine ki; siyasi yönden sizin görüşünüze uymayan her görüş ve fikri, rahatlıkla "Antidemokratik" damgasıyla reddetmeniz, demokrasi aşkıyla ne derce bağdaşır, bilemiyorum. Bildiğim ve hayatım boyunca savunduğum bir gerçek vardır. O da şudur:
Herhangi bir mesele hisler ve sempati-antipati çerçevesinde değerlendirilirse; aklın, mantığın ve ilmin yenik düşeceği kesindir. Şimdi, esas konuya gelelim:
Evet;demokrasi, insan zekâsının bugüne kadar bulabildiği en iyi idare tarzıdır. Ancak; bunun da, asla vazgeçilemeyecek ve gözardı edilemeyecek şartı vardır:
Milletin HÜR İRADESİNİN, tam tecellisine imkân vermektir. Bunu da, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları sağlar. Şimdi, bu temel çerçeve esasında bir değerlendirme yapacak olursak; acaba, bugün ülkemizde bu esasa uygun bir demokrasi var mıdır ve bu model, ne zamandan beri yürürlüktedir? Biraz daha açalım:
Demokrasilerde Parlamento, demokratik rejimin kalbidir. Seçimler ise, gerçek demokrasinin ŞAHDAMARI mesabesindedir. Bu bakımdan seçimler, milli iradenin tecellisi için çok önem taşır. Seçim yapmanın şartları da, bellidir: HÜR, ADİL ve EŞİT şartlarda seçim yapmak. Bu şartları taşımayan; hile, entrika ve gasp etme arzusu taşıyan seçimler, hiçbi zaman gerçek demokrasinin ŞAHDAMARI işlevini göremez! Halkın OYLARI, bir formaliteden ibaret addedilir!
Acaba, ülkemizde hüküm süren demokrasi anlayışı, bu gerçeklere uymakta mıdır?
Düşünüp, bakalım:
Seçim Kanunları, halkı dışlayan ve siyasi parti liderlerini SEÇİLMİŞ DİKTATÖR konumuna getiren ÇARPIK bir MODELİ getirmiştir. Çünkü; gerçek demokrasi ile idare edilen ülkelerde olduğu gibi HAKİM TEMİNATINDA yapılan bir ÖNSEÇİM aşaması gibi, çok önemli ve halkın iradesini sisteme dahil eden bir aşama yoktur. Bunun anlamı da açıktır:
Siyasi parti liderlerinin istemediği bir kişi; ahlâk ve fazilet timsâli olsa da, muhitinde çok sevilse de, ilmiyle, müktesebatıyla hayranlık uyandırsa da, asla ve asla listeye giremez; eğer siyasi parti liderleri isterse; vasıflarına bakılmaksızın o kişi, listeye girer ve seçilir.
İkinci önemli husus şudur:
Seçimlerin, eşit şartlarda yapılması. Bizdeki duruma bir bakalım:
Partilere yapılan Hazine yardımları başta olmak üzere, iktidar partilerinin devletin gücünü de seçime katmaları, eşitlik ve adalet ilkesini ortadan kaldırmaktadır ve "Hür İradeyi", basit bir kavram haline getirmektedir.(Ekmek, erzak dağıtmak, Yeşilkart tahsis etmek, kömür dağıtmak, alışveriş çeki vermek, "oy vermezseniz, bu imkânlar elinizden alınır!" demek, v.s. gibi)
İlâveten; ülkemizdeki sosyal gruplaşma ve yapılaşma sebebiyle bilhassa tarikat liderleri, cemaat liderleri, bazı din eksenli dernek ve vakıf yöneticileri, kendi görüş, çıkar ve stratejileri gereği mensuplarını, toplu olarak bir siyasi partiye oy vermeye yönlendirmektedirler. Ki; böyle bir yönlendirme, İslam Dinini özüne de aykırıdır. Zira; Allah, hiçbir varlığa vermediği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarını, insanlara bahşetmiştir. İnsanların irade ve hürriyet sıfatlarına müdahale etmek, Kâinatın nizamına aykırıdır ve adetâ, ALLAH'la harbetmek manasına gelen ŞİRKTİR.
Şimdi; gelelim, bu antidemokratik sistemin siyasi seyrine:
12 Eylül 1980 İhtilalinden ve 1982'de yürürlüğe konan 1982 Anayasası'nın kabulünden sonra düzenlenen Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları'na göre; Partilere kayıtlı her üye "Önseçmen" oluyor ve önseçimlerin, hâkim teminâtı altında yapılmasını sağlıyordu. Her nedense bu sistem, "Vakit darlığı" gerekçesiyle uygulanmadı. Olabilir!..Zira; fevkalde bir ortam hüküm sürüyordu..Ama; fevkalâde durumdan çıkp, normal sürece girildiği zaman da, bu ülkede, bu temel kurallara uyulmadığı gibi; 1983 seçimlerinde iktidara gelen siyasi irade, önseçimi, tamamen ortadan kaldırdı ve "Temsilde adalet ve idarede istikrar" aldatmacası ile konulan adaletsiz barajlarla sistemi, tamamen antidemokratikleştirdi. Bu göstermelik modele de, "Demokrasi" adını verdik ve devletin kurumlarına savaş açtık.
Her fırsatta ve her ortamda demokrasi savunuculuğu yapan sizden; bu çarpık modeli irdeleyen ve reddeden herhangi bir yazı okumadık ve konuşma duymadık. Acaba, neden?
Ve iddia ediyorum: Bu çarpık model terk edilmediği sürece; hem halk adatılacak ve hem de gerçek bir demokrasi, asla ve asla kurulamayacaktır. Ahlâk ve fazilet yere serilecek ve paranın üstündeki yazıdan başka bir değer ve hedef tanımayanların hakimiyeti, toplumu ezecektir. Geldiğimiz nokta da, bellidir: Türkiye, altından kalkamayacağı ağır bir borç yükü altındadır ve kendi kendisini besleyemeyen bir ülke haline gelmiştir. Bu bakımdan son 28 yılımızı, rahatlıkla "Kayıp Yıllar" olarak ilan edebiliriz. Ekonomimiz, KUR-FAİZ makasında şekillendirilen bir RANT ekonomisi haline gelmiş ve neredeyse önemli iktisadi birimlerimiz yabancıların eline geçmiştir. Sıcak Para tabir edilen spekülâtif Global Sermaye, Türk milletinin kanını emmiştir.
Askerî dönemin yaptığı Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları yürürlükte olsaydı; acaba bugün, bu lüzumsuz tartışmaları yapar mıydık? Devletin gücüne dayanan ve bu gücü, kendi siyasi ikbal ve ihtirasları için kullanan "Seçilmiş Diktatörler" yaratılır mıydı?
Sayın Metiner;
Bir hususu hatırlatmak istiyorum: Bugün askerler, sizden de, benden de ve hatta "Demokrasi" sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir misyonun hizmetindeki misyonerlerden de daha demokrattırlar ve hem Türkiye'yi ve hem de dünyayı, gayet iyi izlemektedirler.Siz, siz olun da; Bulunduğumuz coğrafyanın özelliği sebebiyle her türlü iç ve dış husumetlere maruz kalan ülkemizde, onun, bunun ağzına bakarak, Türk Silahlı kuvvetlerini yıpratacak söz ve yazılardan sakınınız! Ve olanca gücünüzle, gerçek bir demokrasinin kurulması için, "Seçilmiş Diktatörler" yaratan bu sistemin düzeltilmesi için gayret sarfediniz! Sözün, kimin tarafından söylendiğine değil de, doğru olup, olmadığına bakınız! Aksi halde; birgün pişmanlık duyarsınız ve çocuklarınızın veya torunlarınızın bir müstemleke ülkesinde yaşadıklarına yanarsınız.
Saygılarımla. 28 Mart 2008
Hüsnü Akıncı
0216-3467066
Not:Başta İstanbul olmak üzere Türkiye'nin her tarafı
alışveriş mağzaları ile dolmaktadır. İç ve dış sermaye
sahiplerinin hakimiyeti altındaki bu mağzalar,küçük
esnafı,dolayısıyla ortatabakayı eritmektedir. Bu önemli
sosyal oluşumu kimse görmezden gelemez.Bu gaflet,
eninde sonunda, felaket getirecektir.Bu moda, Küçük
şehirlere de yayılmıştır. En basit örnek Adapazarı'dır ve
küçük esnaf ve tüccar yok olmuştur. Eğer Sakarya Üniversitesi
olmasaydı, perişanlık, daha da artacaktı.
27 Eylül 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder